Sokaklarda ne zaman saçı sakalı karışmış hırpani tipler görsem aklıma Orhan Abi'nin o şarkısı gelirdi:
"Nerde boynu bükük bir garip görsen / Hor görme kim bilir ne derdi vardır / O garip halinde ne sırlar gizli / Onu bu hallere bir koyan vardır / Belki benim gibi sevdiği vardır..."
Evet, aşk çok insanın kanına girmiştir!
Kimi aşıklar zamanla evlenip çoluk çocuğa karışsa da kimileri sevdiğini alamadığı için bir ömür kalbi kırık yaşamaya duçar olmuştur.
Kimileri de aşkından meczuplaşmış sokaklara düşmüştür.
Böyle bir arkadaşımız vardı, direkten döndü. Üstelik, platonik aşıktı.
Kime mi?
Yıl 86'ydı, yirmili yaşlardaydık. Henüz piyasaya düşen Sezen Aksu'nun "Git"i herkesin dilindeydi.
Bu arkadaşımız Sezen Aksu'nun sadece sesine değil, bizzat kendisine de aşık olmuştu.
"Olum ciddi misin?" diye kim bilir kaç arkadaşımız kaç farklı vurgulamayla sormuştu.
Ciddiydi, sırılsıklam aşıktı. Hem de yemekten içmekten kesilecek kadar.
İçimizden biri, "Lan ayıp be, Sezen Aksu nedir?" dedi, "Bir de şiir yazıyor, şairim diyorsun. Madem platonik aşık olacaksın Nilgün Marmara'ya ol..." Bununla da kalmadı, 87'de intihar ederek aramızdan ayrılan Nilgün Marmara'nın "Öyle güzelsin ki kuş koysunlar yoluna" şiirini baştan sona ezberinden bi güzel okudu.
Ne ki arkadaşımız hiç aldırış etmedi. Diğerleri konuşmayı sürdürdü:
"Nilgün güzel değil, belki ondandır..."
"Sezen Aksu çok mu güzel lan, masa kadar kadın!.."
Arkadaşımız bu konuşmaların hiçbirini duymuyordu bile. Hiçbiriniz arkadaşımızın halinden anlamıyorsunuz, dedim, tevekkeli dememiş Aşık Veysel, "Güzelliğin on para etmez / Bu bendeki aşk olmasa..." Leyla'ya Mecnun'un gözleriyle bakmak diye bir şey var...
Kafasını kaldırıp gözlerini yüzüme dikince de "Bak kardeşim, sana da bir şey söylemek isterim" dedim, "Nihayetinde Sezen Aksu da senin benim gibi bir insan. Mesela tuvalete gider, hacetini giderir..."
E tabi "hacet" yerine başka bir ifade kullanmıştım.
Herkesin bildiği basit bir gerçekle ilk kez yüzleşiyor gibi uzun uzun baktı. Uzun lafın kısası, sokaklara düşmekten kurtulma süreci ilk böyle başlamıştı.
Duydum ki bu arkadaşımız (zıpçıktı partilerden birinde) taze "muhalif" olmuş. Ortak bir dostumuz geçenlerde aradı, "Bıraksaydın da sokaklara düşseydi i(..)ne!" dedi, gülerek.
Ben gülmedim. Duygusal hezeyandan siyasal hezeyana geçiş serüveni üzerinde düşündüm. Sahici siyasetle ipini kopartmış, sahiciliğini kaybederek "platonik siyasete" yelken açmışların perişan hallerini düşündüm.
Liyakat diye diye öyle vicdani sefaletle malul hale geldiler ki...
Kılıçdaroğlu bile bu bir nevi "sokaklara" düşmüşleri "kafalamak" için "Yüzde 99 benzerliğimiz var" demişti.
Bunlardan müstakil parti kurmuş biri bir televizyon kanalında, "Hayatım CHP zihniyetiyle mücadeleyle geçti" diyerek bu yüzde 99'dan firar etmişti. CHP'den tepkiler gelince 1 gün sonra yanlış anlaşıldığını söyleyip geri döndü.
Sözünün arkasında daha bir gün bile duramayan böyle birine biz de kalkmış, "Erdoğan ve AK Parti'ye ihanet edersem gelin yüzüme tükürün..." sözünü hatırlatıyoruz.
Bir başka muhterem de Gül'ün partisinde genel başkan yardımcısı olmuş. Geçen gün AK Parti'den çocuklarımın yüzüne bakabilmek için ayrıldım demiş.
Soralım mı şimdi: AK Parti'de 3 dönem (25, 26 ve 27) milletvekilliği yapmışsın. Hadi ilk 2 dönemi anladık, son dönem (ki bu dönemde de 2 yıl devam etmişsin) çocuklarının yüzüne bakamayacak olduğun bir partiden neden aday oldun?
Aslında bunu bile sormaya değmez...
Zira, LGBT tartışmasında İslam'ın eşcinsellikle ilgili hükmünü dillendiren Diyanet'in toplumu ayrıştırdığını söyleyen birinden bahsediyoruz.
Minarelerden "Çav Bella" çalınmasından ziyade buna tepki gösteren İçişleri Bakanı Süleyman Soylu'nun açıklamasından rahatsız olmuş birinden.
Aynı muhterem, Başkan Erdoğan'ın "casus" olarak nitelendirdiği birini "aktivist" diyerek aklamaya çalıştığında eleştirmiştik de bize demediklerini bırakmamışlardı.
Kimler mi?
"Dili yok kalbimin, ondan ne kadar bîzârım!"