Altın sarısı saçlarını özenle arkaya taramış, kaşları düğüm düğüm, gözleri çakmak çakmak, salına salına cadde pazar yürüdü.
Bazen de at sırtında arzı endam ederdi.
Hey maşallah! "Gazi Paşa Hazretleri" gibi.
Aslında "gibi"si fazla, bizzat "Atatürk" olduğunu sanırdı veya rolüne kendini o derece kaptırırdı.
Nasıl kaptırmasın?..
Caddenin sağında solunda biriken meczup teyzelerin sevinç çığlıkları gırla gidiyor, yeni nesil Atatürkçülerden İzmir Marşları yükseliyordu.
"Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini / Yok mudur kurtaracak bahtı kara mâderini" mısraıyla özetlenecek bir duygu seliyle malul hale getirilmişlerdi.
Düşman belledikleri...
Bu ülkeyi "Güneydoğu'dan toprak satalım borçlarımızı ödeyelim" denilen günlerden vatandaşını kurtarmak için İsveç'e ambulans uçak gönderebilen günlere taşıyan Erdoğan'dı.
Düşman belledikleri...
Bu ülkeyi 15 Temmuz'da misli görülmemiş gladyo (FETÖ) işgalinden kurtaran, "bölücü terörü" de kazdığı terör hendeklerine gömen Erdoğan'dı.
Gözleri yollarda kalmıştı.
Kurtarıcıları bir gün gelecek; "Tek millet, tek bayrak, tek vatan, tek devlet" diyen Başkan Erdoğan'dan kendilerini kurtaracaktı.
Bekledikleri an gelmişti.
"O ölmedi içimizde yaşıyor" dedikleri içlerinden bi şekilde çıkmış veya mezarından kalkıp gelmişti.
"Nerde kaldın Paşam?" dediler.
"Evde yemek tarifi programını yarıda bırakıp koşup geldim Paşam. Hiç değilse bir selfie.."
"Paşam! Ne olur kurtar bizi Akepe'den..."
Kurtarıcıları da "Yettim işte!" dercesine şöyle göz ucuyla baktıktan sonra son derece mağrur yola rahvan giderdi.
Bazen de nutuk irat edecekmiş gibi kafası dolu olduğundan mıdır nedir, hiç tepki vermezdi.
Kafasının dolu olduğu çıplak gözle görülmez, denize nazır bir kafede gözlerini ufuklara diktiği anlarda tebarüz ederdi.
Akıbeti ne oldu bilmiyorum. Tek kişilik "ajit-prop" tiyatro gibiydi.
Hayli zamandır ortalıkta yok. Allah gecinden versin ölse duyardık; zira kuvvetle muhtemel ölüm saatini 9'u 5 geçeye denk düşürürdü.
Belki de koronavirüs belasına, yaş haddinden eve kapananlardandı. Yoksa küstürdüler mi?
Zira bir gün mağdur olmuş, AK Partililer yardım eli uzatmıştı. O da naçar, "AK Partililer sizden iyi" diye sitem etmişti.
Hayır, meczup falan değildi.
Aziz Nesin, Zübükzade İbraam Bey için toplumdaki zübüklüklerin toplamından ibaretti der ya buna da muhalefetin şebelekliklerinin toplamıydı diyebiliriz belki.
Sizin anlayacağınız, müstahak olma vaziyeti.
Gelgelelim...
"Atatürk'ü" canlandıran o muhterem masumdu; dahası, sevimliydi.
Keşke hep böyle "tiyatrolar" yapsalardı; el yapımı göz nuru, emprovize.
Tamam, "Atatürk"ün benzerini bulmak zor. Lakin, İsmet Paşa'dan memlekette zibil gibi var.
Canım ne demek İsmet Paşa ne işe yarayacak?
Hiçbir işe yaramasa, "Uganda Türkiye'den iyi yönetiliyor" der veya New York Times'a "Erdoğan yüzünden koronavisüs salgınını durduramıyoruz" diye yazar. Bu da nerden baksanız, "limon tiyatrosundan" iyidir.
"Müftünün karısı" tiyatrosunun bile kendi içinde bir mantığı vardı nedir bu hal?
İlçe başkanları "gittim fotoğraf çektim" diyecek, il başkanları "ben talimat verdim tekrar gidecek" diye adeta racon kesecek, Kemal Bey de naçar, "Yok öyle bir şey, kimse fotoğraf falan çekmiş değil" diyecek.
Yahu Kemal Bey de insan evladı, onu da Allah yarattı.
"Şehir hastaneleri israftır, nerden bulacaksınız o kadar hastayı" şeklindeki açıklarını kapatmak için mi çırpınsın, sizin tiyatrolarınızı mı tevil etsin, hangi birine yetsin.
Korkuyorum bir gün senkron tutturamayacak, kurgudan önce "tevil" edecek.
Neden olmasın?
Olmayan otobüsün görüntüleri izlenip "kanım dondu" deniliyor da sahnelenmeyen "tiyatro" neden tevil edilmesin?