Bazen kendi haklılığınıza öylesine kapanırsınız ki "gizli ellerin" varlığını bile savsaklarsınız.
Yazık ki her "sürükleniş hikayesinin" başlangıcında bu vardır.
Sürüklendiğinizi sonradan fark etseniz de durum değişmez. İş işten çoktan geçmiştir, artık engel olamazsınız.
Birey planında da toplumsal planda da bu böyledir. Hatta, devletler planında da!
Bakınız, İran 79'da Humeyni'nin öncülüğünde devrim yaptığında Saddam'ın Irak'ı vekalet savaşına başladı.
Batılı emperyalistlerin dayattığı bu savaşta Suudi Arabistan gibi "petrol kuyusu devletleri" de sponsorluk görevini üstlenmişlerdi.
Tam 8 yıl boyunca İran ve Irak tüm zenginliklerini berhava edercesine savaştılar.
Çok geçmeden her iki ülke de on binlerce kayıp verdikleri bu savaşa sürüklendiklerini fark ettiler ama durduramadılar.
Petrolden elde ettikleri geliri silah tüccarlarının kasalarına yatırdılar.
Her iki ülke harap oluncaya değin savaşırken İsrail zevkten dört köşe vaziyette ellerini ovuşturuyordu.
İran Irak savaşını dayatanların akıl hocalarından Kissinger "kimin kazanmasını istiyorsunuz" sorusuna, "ikisinin de kaybetmesini" cevabını vermişti.
Her iki ülkenin aktörleri mahut cevabı da bildikleri halde savaşa devam ettiler.
Her sürüklenişin sonu zillettir.
Toplumsal yarılmalar veya kopuşlar da böyledir. İlkin fark edemezsiniz.
Zira, kendi haklılığınıza ürettiğiniz gerekçelerden kendinize dört duvarlı bir zindan inşa ettiğinizi fark edemeyecek kadar gözünüzü nefret bürümüştür.
Toplumları sürüklenişten kurtaracak olan "adalet" duygusudur. O aşındı mı kopuşlar da ardı ardına gelir.
Dün bu köşede gazeteci Şükrü Sak'a mahkemenin verdiği 14 aylık cezanın nasıl adaletten yoksun olduğunu anlatmaya çalıştım.
O kadar mantık dışı o kadar mesnetsiz bir karar ki, Şükrü Sak'a Erdoğan'ın yanında durmanın bedelini mi ödetmek istiyorlar sorusunu kendime sormak zorunda kaldım.
Kim ne derse desin benim gözümde bu karar bir gazeteciye mahkeme marifetiyle şiddet uygulamaktır.
Aslında adaletten yoksun her karar bir nevi şiddettir.
Bu vesileyle, gazeteci Yavuz Selim Demirağ ve Sabahattin Önkibar'a yapılan saldırıları kınıyorum.
Saldırganların serbest bırakılmasını da son derece manidar buluyorum.
Yener Güneş dostumuzun da belirttiği gibi bu saldırılarda da saldırganların serbest bırakılmasında da bir bit yeniği varmış gibi duruyor.
Aşikâr olan şudur: Birliğimiz ve dirliğimize en büyük tehdit adalete güvenin kaybolmasıdır.
Maksat da zaten budur.
Çünkü adalete güven devam ettiği sürece sürükleniş olmaz.
Her saldırının ardından AK Parti'nin hedefe oturtulması da sürükleniş senaryosu yazanların "Deus ex Machina" mesabesindeki elleridir.
Sürükleniş durumunda hiçbir taraf kazanmaz. Kazanan sadece ve sadece her iki tarafın da kaybetmesini isteyenlerdir.
İş işten geçmeden agah olalım.