Maksadım polemik yapmak değil, onun için konu kapandı ama ben şimdi yazmak istiyorum.
Gerçi konu kapandı da "yara" kapanmadı.
Kimsecikler kusura bakmasın, "yaraya merhem" mesabesinde de pek bir şey söylenmedi.
Konu, sinema...
Diyeceksiniz ki, seçim sath-ı mailinde işimiz gücümüz yok da sinema mı konuşacağız?
Varsayalım ki haklısınız...
Peki, dönemin ABD Başkanı Bush bir defasında işi gücü bırakmış Özal'la sinema konuşmuştu, onu ne yapacağız?!
Hayır, mevzu hangi tür filmlerden hoşlandıkları veya sinema zevki değildi.
Atıf Yılmaz ustamız, "Söylemek Güzeldir" adlı kitabında, Bush'un sinema salonlarımızda gösterilecek Amerikan filmlerinin yüzde 75'ten az olmamasını Özal'dan özellikle istediğini anlatır.
Bu size bir şey ifade etmiyor mu?
Sinema nihayetinde "kültür politikasına" mündemiçtir. Haliyle, Bush'un söz konusu "talebi" ABD'nin "kültür politikasının" yansımasıdır.
Dikkat isterim:
Koskoca platolarımız, olağanüstü görsel efektlerimiz, dünya starlarımız var, bizim karşımızda hiçbir sinema duramaz nasılsa denilmemiş.
Sinema mevzubahis olunca, "serbest piyasa sonucu belirler" diskuru da anında devre dışı bırakılmış.
Zira, sinema "yedinci sanat" olmaklığının yanı sıra, "serbest piyasanın" tekabül ettiği (talep ettiği mi deseydik) "yaşam tarzının" da en etkin nakil vasıtası.
Lafın burasında...
"Sanki yaşam tarzı bakımından ne farkımız var; işimiz gücümüz taklit" diyebilirsiniz.
Ama o iş o kadar basit değil.
Her şeyden evvel ne kadar "taklit" olsa da kendi insanımızın replikleri, ilişki biçimleri, dahası, ülkemizin şehirleri / semtleri / mahalleleri söz konusu.
Kaldı ki, teknik alt yapısından rejisine kadar elde ettiğimiz sinema birikimimizle yarınlarda daha "özgün" işler çıkartacağımız da muhakkak.
Gerçekten de teknik olarak kimseden aşağı değiliz. Yönetmen ve senaristlerimiz de son derece velut. Dizi sektöründeki tempomuzla zaten kimse yarışamaz.
Dizilerimizin "ihracat kalemlerimiz" arasında hatırı sayılır bir yeri var. Hem de Latin Amerika'dan Arap ülkelerine kadar.
Dizi sektörümüz sayesinde canlanan sinema filmlerimiz de salonlardan Amerikan filmlerini adeta kovdu.
Anlaşılan birileri bunu gördü; o reklam spotundaki gibi "çok oluyorsunuz" diyerek devreye girdi.
Son derece senkronize bir süreç başlattılar.
Önce adı lazım değil yabancı ortaklı iki firma (zücaciye dükkanına giren fil misali) dizi sektörüne daldı. Starları adeta kapattılar. Mealen, "50 bin mi alıyorsun al sana 150, beğenmedin gel sana 300; iş tutmuş kalkmış dert etme; bir sezonu da peşin" dediler.
Haliyle, yapımcıları zora soktular.
Ardından ABD'nin emir eri mesabesindeki Arap ülkeleri de dizilerimize ambargo koydu.
En son olarak da gişesi yüksek bir film sinema salonlarıyla eşzamanlı bir "çevrimiçi platformda" gösterime sokuldu.
Tartışmayı biliyorsunuz, tekrara lüzum yok.
Gerçeğin her zaman bir çehresi daha vardır, o yana bakmayı da ihmal etmeyelim istedim.
Sinema da sanılandan çok daha mühimdir.
Jean-Luc Godard tevekkeli dememişti: "Sinemanın tarihi öteki tarihlerden büyüktür. Çünkü onu gösterebilirsiniz."