CHP eski PM üyesi sosyalist dostum şöyle yazmıştı: "Sabah (...) bir bir avlıyor sevilen, sayılan sanatçıları..."
Ben de bu ifadesini eleştirmiş, daha doğrusu, yüzüne vurmuştum.
Yurdum sanatçılarının bir söyleşiyle "avlandığını" savlamak nerden bakarsanız bakın utanılası bir durumdu.
Sosyalist dostum arayıp bir "düzeltme" yapmak istediğini söyleyince, bu utancını dile getireceğini sandım.
Yanılmışım ki ne kadar!
Kılıçdaroğlu'nu arama nedenini vuzuha kavuşturdu sadece. Ben de "beyan esastır" düşüncesiyle aynen dercettim.
Sosyalist dostumun zamanla "düzelti" yapma ihtiyaçları arttı.
Ne ki, gecikmiş bir ihtiyaç olduğundan olsa gerek bu sefer Cumhuriyet gazetesindeki köşesini kullandı.
Fakir hakkında şöyle yazdı: "Atatürk Tacirleri tarifimden Yılmaz Özdil ve Uğur Dündar'ı kastettiğim sonucunu çıkarmış (...) Sordum: 'Uğur Dündar'la beni niye karşı karşıya getirmek istiyorsun?' diye. Dedi ki: 'Öyle bir niyetim yok, ironi yaptım..."
Sosyalist dostum ya uyduruyor ya da sıkıştığında hafızası kendine böylesi tuhaf oyunlar oynuyor.
Ben "ironi yaptım" demedim.
Zaten öyle "ironi" falan da olmaz. "İroni," konuya ilişkin attığı bir tweet'le farkında olmadan bizzat kendisinin yaptığıdır.
Farkında olmadan yapılan "ironi" de takdir edersiniz ki çok acıklıdır.
Gelgelelim...
"Atatürk Tacirleri" ifadesiyle Uğur Dündar veya Yılmaz Özdil'i değil, Genç Parti çizgisini falan kastettiğini dile getirdiği mahut tweeti daha az acıklı değildi. (Ey genç okur, Genç Parti, Cem Uzan'ın kurduğu bir partiydi; geldi geçti, boşuna İzmir'de arama.)
Sosyalist dostuma dediğim şuydu: "Neden seni Uğur Dündar'la karşı karşıya getirmeye çalışayım? Madem böyle düşünüyordun neden beni aradığında bunu 'düzeltme' gereği duymadın veya 'bunu da nerden çıkardın' diye bir kez olsun sormadın?!.."
"Söz uçar yazı kalır" diskuruyla bunu ve nicesini ona mesajla da hatırlattım.
Bu arada, 2011'deki o televizyon programının reklam arasında "haklısın" dediğim de hayal ürünü.
Gezi'de CNN INT'e karşı tavrı başta olmak üzere sosyalist dostumun hakkını teslim ettim, her zaman da ederim ama doğrulara böyle yalanlar katmasına hiç gerek yok.
Sosyalist dostuma şunu dedim: "Söz konusu yazılarım üzerine beni Halk TV'deki programına davet ediyormuş gibi yapıyorsun ki gelmesem, kaçıyor algısı oluşsun. Oysa o televizyonda program yaptığın ilk günden beri her fırsatta beni davet ettin..."
Mesajla anımsattığım hiçbir şeyi inkâr etmediği gibi bunu da inkâr etmedi; "Asla kaçtığını söylemedim. Yanlış anlaşıldıysa kusur benim..." dedi.
Anladığım kadarıyla sosyalist dostumun asıl sancısı, (o dönemde bana) "Erdoğan'la tanıştırsana beni' dediğini, "tanışmıyorum ki' karşılığını verince de önce inanmadığını, sonra da taaccüp ettiğini hatırlatmamdan kaynaklanıyormuş.
Köşesinde bu "sancısını" gidermek için "Bakalım Erdoğan neymiş, nasılmış" niyetiyle tanışmak istediğini dile getirmeye çalışmış.
Haliyle, "sevimli" olmaktan öteye geçememiş...
Sorun büyük; lakin, sadece sosyalist dostumun sorunu değil bu. Erdoğan düşmanlığıyla zehirledikleri sosyolojiye maruz kalan tüm yazarçizerlerin sorunu.
Mesela, Sözcü yazarı Soner Yalçın, emperyalistlerin Erdoğan'ı düşürmek istediğini yazıyor, sahibi olduğu sitede iktibas edilen bu yazıya gelen yorumlarda bir "yandaş oldun" demedikleri kalıyor.
O da "müşteri memnuniyetini" esas alarak, Erdoğan karşıtı yazı döşenmek için kırk dereden veya Google'dan su getiriyor.
Hepinizin sorunu aynı dostum:
Erdoğan nefretiyle zehirlediğiniz sosyolojinin, yani siyasi şizofreninin mahkumu olmuşsunuz.