ABD'nin nükleer anlaşmadan tek taraflı çekilme kararının ardından öne sürdüğü 12 maddelik şartlar İran'a "teslim ol, diz çök" demekti.
İran diz çökmeyi kabul etmedi, ambargo başladı.
Maksat belli: Ambargo marifetiyle İran'da "karşı devrim" gerçekleştirip, Şah dönemi İran'ı gibi İsrail'e müttefik yapmak.
Şuncağızı unutmayalım: ABD Ortadoğu'da İsrail'i hesaba katmadan tek adım atmaz, daha doğrusu atamaz.
Zira, "İsrail terör devleti" işgal ettiği topraklardan çok, ABD'de güçlüdür.
Ortadoğu'daki "halkı Müslüman olan tüm devletler" kendi aralarında didişirken veya itişirken veya savaşırken İsrail'i hesaba katmak zorundadırlar.
Yoksa... Kendi aralarında kavga ettiklerini sanırlar ama gerçekte İsrail için mıntıka temizliğinden başka bir şey yapmış olmazlar.
Şunu hatırlamanın tam vaktidir:
İran - Irak savaşı esnasında, "kimin kazanmasını istiyorsunuz" sorusuna Kissinger, "ikisinin de kaybetmesini" cevabını vermişti.
İsrail'in BAE, Suudi Arabistan, Sisi'nin Mısır'ı, Yunanistan ve Kıbrıs Rum Kesimi'ni Türkiye'ye karşı Akdeniz'de "organize" ettiği artık sır değil.
Sayın Erdoğan geçen gün, "Suriye'deki teröristlere nasıl günlerini gösterdiysek denizlerdeki haydutlara da meydanı bırakmayacağız" dedi.
Yani, teslim olmayacağımızı, diz çökmeyeceğimizi, zilletin bizden ırak olduğunu dosta düşmana ilan etti.
Akdeniz'deki sismik araştırma gemilerimizden korvetlerimize kadar tüm imkânlarımızla harekete geçmemiz bunun göstergesidir.
Savunma sanayimizdeki dışa bağımlılığın yüzde 80'lerden yüzde 35'lere inmesi de bu bakımdan çok önemlidir.
Netanyahu, S. Arabistan'la Veliaht Selman üzerinden kurdukları ittifakı Kaşıkçı cinayetinin zevale uğratmasından endişe ediyor.
Biz de "müttefiklerimizle" aramızın bozulmasından en az İsrail kadar endişe etmeliyiz.
Dahası, müttefiklerimizi artırmalı, şer ittifakını da elimizden geldiğince dağıtmalıyız.
Mesela, S. Arabistan'ı İsrail "hizmetçiliğinden," Mısır'ı da İsrail'in kucağından kurtarmanın bir yolunu bulmalıyız.