Herakleitos'ten beri "değişime" itiraz eden çıkmaz. Hatta çokluk sevinçle karşılanır.
"Heraklit, Heraklit / suya kabil mi vurmak kilit?" demişti Nâzım Hikmet.
Ben tam aksine isterim ki, her şey yerli yerinde dursun.
Dahası, mümkün olsa da Affan Dede'ye çek falan yazsam, satsa bana çocukluğumu.
O derece...
Yazık ki elimizden bir şey gelmez, zaman akıp giderken her şeyin değişmesi mukadderat.
Ah, Orhan Gencebay'ın şarkısındaki, "Yarabbim sen büyüksün / Durdur geçen zamanı kulların gülsün!" duamız kabul olsaydı.
Olmadı.
Zaten olmayacak duaydı.
Biliyorum, kimse değişimin elinden kurtulamaz. Kant'a soracak olursanız, tarihe yabancı olanın dışındaki her şey değişime mahkûmdur.
Ne yapalım, zaman böyle bir şey.
Hayat böyle!
Ne çare!..
Ama kardeşim bu evler, bu parklar, bu sokaklar, bu caddeler değişmek zorunda mıydı bu kadar?
Teselli için de olsa hiç mi kaçamayacağız, sığınamayacağız anılarımıza?
İki gün evvel kaybettiğim sevgili arkadaşım, gönüldaşım Kemal Erkan Yılmaz'la vaktiyle gittiğimiz hiçbir yer, yerinde değil.
Şurda oturmuş, burda çay içmiş, o sokağı adımlamıştık diyebilme hakkım elimden çalınmış.
Nasıl "bulantı" yaşadım, anlatamam!
Bir kez daha böyle olmuştum; lise yıllarına kadar yaşadığım Trabzon'a yılar sonra gittiğimde.
Dilim döndüğünce de intizarımı dile getirmiştim:
"Bu nasıl sahil? Beşkaya nerde? İlk aşk türküleri çığırdığımız, yüzmeyi öğrendiğimiz, kayalıklarından midye topladığımız o sahil nereye kaybolmuş?
Bu şehir ne hale gelmiş böyle?
Yollar kayalıkları, yollar rıhtımları, yollar sahilleri, yollar denizleri biçmiş!
Yollar?
Yollarımızı kesmiş bu yollar nereye gider?
Burası çocukluğumuzun Atapark'ı değil. Erdoğdu'ya çıkan bu yokuşun, bu taşlık yolun önü kesilmiş.
Yollarla yolumuzu kesmişler çocukluğumuzun!..
Şükür ki şükür, Zağnos Köprüsü'nden Ortahisar'a giderken köşedeki yorgancı dimdik ayakta duruyor.
Bu şehrin nice binası, nice eski yolu yıkılırken yorgancı inadına direnmiş sanki; hem yer, hem meslek olarak. Darmaduman edilen o eski dokudan bir hatıra gibi durmuş köprünün Ortahisar'a bağlanan noktasında.
Gidip sahibinin elini öpmek, öpmek istedim.
Cesaret edemedim.
Eski Vali Konağı'na kadar yürüdüm ve bir köşeciğe saklanıp zırıl, zırıl ağladım..."
Böyle yazmıştım...
Şair dostum Mevlana İdris, "keşke gidip öpseydin elini" demişti.
Birkaç yıl sonra gittim...
Eyvahlar olsun! O yorgancının da yerinde yeller esiyor.
Peki biz şimdi ne yapacağız, hiç mi kaçamayacağız çocukluğumuza?