Her şey, Washington'da Dışişleri Bakanı Albright'ın çağrısıyla bakanlığın yedinci katında, B. Lewis, P. Wolfowitz, R. Perle'nin de hazır bulunduğu toplantıda alınan karar doğrultusunda gelişti.
Bu kararı Cengiz Çandar şöyle faş etmişti: "Doğrudan askerî bir darbe olmadan bu hükümet gitmeli..."
Aynen öyle oldu.
Doğrudan askeri darbe yerine, 28 Şubatçı bir paşanın ifadesiyle, "postmodern" darbe gerçekleşti.
Bu darbe süreci içinde...
Dönemin başbakanı merhum Erbakan'a bir tuğgeneralin "pezevenk" diye hakaret ettiğini, "düşük rütbeli" bir subayın omuz attığını gördük.
Her şey gözlerimizin önünde oldu.
İstiklal Marşımızda yer alan "Bu ezanlar -ki şehadetleri dinin temeli- / Ebedi, yurdumun üstünde benim inlemeli" mısraından bir paşanın rahatsızlık duyduğunu...
Bazı gazetelerin görüntü alamadığı için tankların Sincan'da tekrar arzı endam ettiğini...
"28 Şubat sürecinde ordunun baskısı sonucu istifaya zorlanan Erbakan hükümetine karşı benim medya organlarım savaş verdi" diyen Aydın Doğan'ın enerji ihaleleriyle nasıl ödüllendirildiğini...
Hırsızlığı, talanı...
Büyük soygunu...
İhaneti gördük.
Erbakan'ın (müstevlilerin malum global örgütlenmelerine karşı) komşularımız ve İslam ülkeleriyle D-8'i kurduğu için hedefe oturtulduğu...
Graham Fuller'in "İslam'ın gülen yüzü" dediği Fetullah Gülen Aydın Doğan'ın organlarında parlatılırken, Erbakan'ın şeytanlaştırıldığını gördük.
İmdi...
Hem ABD emperyalizmine karşı çıkıp hem de "Erbakan şikâyetçi olmamıştı" diyerek 28 Şubat'ı aklamaya /arkalamaya çalışmanın anlamı var mı?