Kısa ama yoğun mu yoğun programda haber peşinde koşturmaktan yazımızı hazırlamaya vakit kalmadığı için Başbakan Erdoğan'la Strasbourg gezimizin izlenimlerini dönüşe bıraktık.
Köşemizi bugün ve yarın "Avrupa başkenti" diye nitelenen Strasbourg'daki gözlemlerimize ve değerlendirmelerimize ayıracağız.
İzleyenler bilir; Erdoğan bir süredir "Vatandaş buluşmaları" adı verilen bir etkinlik çerçevesinde Avrupa'daki Türkler'le bir araya geliyor. Bu buluşmalar Köln'de, Düsseldorf'ta, Paris'te ve Brüksel'de yapıldı. Strasbourg'daki toplantı, zincirin beşinci halkasını oluşturdu. "Rhenus Sport" kapalı salonuna girdiğimizde tüylerimiz diken diken oldu. Heyecandan. Duygu patlamasından. Ve de gururdan.
Tribünleri dolduran binlerce, onbinlerce Türk hep birlikte ellerindeki Türk bayraklarını dalgalandırıyorlardı.
Fransa'nın her yerinden, Almanya'nın, İsviçre'nin, Belçika'nın Strasbourg'a yakın bölgelerinden koşup gelmiş onbinlerce Türk.
Nice zamandır Avrupa'ya gidiyoruz. Son yıllarda yaşlı kıtada ekmek peşinde koşan vatandaşlarımızdaki davranış değişikliğini fark ediyorduk ama böylesine kitlesel ve böylesine somut bir biçimde sahnelenmesine ilk kez tanık olduk: Avrupalı Türkler artık Türk olmakla gurur duyuyorlar ve bu gururlarını, özgüvenlerini her fırsatta ve mutlulukla açığa vuruyorlar.
Bu köklü değişim elbette birçok etkenin birlikte harekete geçmesinin sonucu:
Türkiye'nin, Avrupa krizin pençesinde kıvranırken, güçlü ekonomisiyle, büyüme hızıyla göz kamaştırması...
5 kıtada at koşturan diplomasisiyle bir "Dünya gücü" olmak iddiasını her geçen gün daha da cesaretle ortaya koyması...
Arap isyanlarıyla "İnanç-laiklik-demokrasi" sihirli formülünün değerinin daha iyi anlaşılması...
Dünyanın neresinde bir doğal afet patlak verse, ilk yardıma koşanlar arasında yer alması...
Siyasal istikrarı, o istikrarın ekonomiden kültüre kadar hayatın her alanında ürünlerini vermesi.
Ve de bunların yanı sıra, belki bunlardan da önemlisi Erdoğan'ın Davos'taki o tarihi "One minute" çıkışının estirdiği rüzgârın artık kasırgaya dönüşmüş olması...
Yine Erdoğan'ın her "Vatandaş buluşması"nda Avrupa'daki Türkler'e yaptığı telkinlerin, çağrıların, tavsiyelerin de bu kimlik değişimini, bu özgüven artışını kamçıladığını söylemek hiç de yanlış sayılmamalı.
Strasbourg'da da öyle oldu.
Erdoğan, "Asla yalnız değilsiniz. Tek başınıza, kaderinize terk edilmiş değilsiniz. Sizin arkanızda Türkiye Cumhuriyeti var" diye seslendiğinde salondaki havayı görmeliydiniz.
"Gurbetteki hiçbir vatandaşımızın boynu bükük olmayacak" dediğinde, yükselen uğultuyu duymalıydınız.
"Kimliğinizi, pasaportunuzu gururla göstermenizi, göğsünüzü gere gere 'Ben Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyım' demenizi istiyorum" diye haykırdığında, tribünlerdeki hıçkırıkları, akan mutluluk gözyaşlarını, gururla dalgandırılan onbinlerce ay-yıldızlı bayrağı anlatmak mümkün değil.
Toplantı sonrası salonun dışında Erdoğan'ın çıkmasını bekleyen vatandaşlarımızın birkaçıyla ayaküstü sohbet ettik. Hiçbirinde ama hiçbirinde kompleksin zerresini görmedik. Tam tersine...
Bu seçimde olmadı ama gelecek seçimde o yurttaşlarımızın da oy kullandıklarını, daha önemlisi seçilme hakkına da sahip çıkarak TBMM'ye onlarca temsilci gönderdiklerini düşünün...
Türkiye işte o zaman AB'ye girmiş olacak. AB alsa da, almasa da.
Zaten Erdoğan da, "Sizler bizim Batı'ya bakan yüzümüz, modern yönümüz oldunuz. AB'de bizim üyelerimiz oldunuz" diyerek bu gerçeğe parmak basıyor.