Akademik yayıncılıkta iyi bir çizgi tutturan İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, basın tarihimizin pek el atılmamış bir dönemine ışık tutacak bir kitap çıkardı: "İkinci Meşrutiyet Basını".
"Osmanlı İmparatorluğu'ndaki Amerikan Misyoner Okulları", "Bolşevik İhtilali ve Osmanlılar", "Osmanlı İmparatorluğu'ndaki İngiliz Konsolosları" gibi özgün eserlere imza atan Uygur Kocabaşoğlu'nun hazırladığı "İkinci Meşrutiyet Basını" araştırması, Sadrazam ve Dahiliye Nazırı Talat Paşa'nın Meclis- i Mebusan'ın 24 Şubat 1918 tarihli birleşiminde yaptığı konuşmadan bir alıntıyla başlıyor:
"Malumalinizdir ki, bendeniz matbuatın tamamiyle serbestisi taraftarıyımdır. Milletin iki lisanı vardır; bunlardan birisi Kürsi-yi Millet ve Meclis, diğeri de matbuattır. Bunlar muntazaman işlemedikçe, Meşrutiyet makinesi tamamiyle işlemiyor demektir. Çünkü biz tenkit edilmeliyiz. Hükümet mevkiinde bulunanlar tenkit edildikçe cevap vermelidir ve cevap veremeyince gitmelidir, yerlerine de başkaları gelmelidir."
Kitap bu girişten sonra İkinci Meşrutiyet'in ilan edildiği 1908'den Talat Paşa'nın basın özgürlüğünün önemini vurguladığı 1918'deki konuşmasına kadar geçen 10 yıllık heyecanlı dönemde yolculuğa çıkıyor:
"Tasvir-i Efkar muharriri Yunus Nadi Bey'le görüştüm. Bundan sonra gazetesinde ne suretle hareket edeceğine dair talimat verdim. Yunus Nadi Bey'le ilk defa görüşüyordum. Bana aklı başında bir zat gibi göründü." (Sadrazam ve Harbiye Nazırı Mahmut Şevket Paşa'nın günlüğünden)
"Refik Bey (Refik Halit Karay) hükümetin gidişatını beğenmemiş, bir-iki satır yazmış. Onlar da 'Ya demek ki sen! Haydi buyur sürgüne' demişler..." (Kemal Tahir, Köyün Kamburu)
"Mizan gazetesi sahibi Murad Bey dün taht-ı tevkife alınmıştır. Murad Bey, makam-ı sadaretten verilen emir üzerine Zaptiye Nezareti'nce tevkif edilmiş ve muvakkaten Harbiye Nezareti'ne gönderilmiştir." (Tanin, 27 Eylül 1324, yani 10 Ekim 1908)
Ve yine Tanin gazetesinde ertesi gün yayınlanan bir haber-röportaj:
"Murad Bey ile Nazif Sururi ve Cemil Molla'nın Harbiye Nezareti'ne misafir edilmeleri üzerine hakikat-ı maddeyi anlamak için muharrirlerimizden birisini Zaptiye Nezareti'ne izam ettik.
- Müsaade ederseniz, Murad Bey'in suret ve sebeb-i tevkifini sorabilir miyim?
- Murad Bey'in hemen aldırılmasını, selamlık resmi alisinde Sadrazam Paşa Hazretleri (Not: Kıbrıslı Mehmet Kamil Paşa) emir buyurdular. Murad Bey'i davet ettim. O sırada emsali misillu taht-ı muhafazaya alınmasına dair emirname-i sami varid oldu. Bu telgrafı kendisine gösterdim. İlk önce muhalefet etmek istedi. Akşama kadar telaş ve heyecan içinde idi. Sonra sukunet buldu. Muhafaza altına alınarak gece 6.30'da Daire-i Harbiye'ye gönderildi. Sonra, alınan emre imtisalen saat 8.30'da Nazif Sururi, 10.30'da Üryanizade Cemil Molla evlerinden aldırılarak, onlar da aynı daireye gönderildi.
- Bunları mevkuf mu addedeceğiz?
- Hayır, bunlar şimdilik muhafaza altına alınmıştır. Murad Bey'in say-i bi'l fesad olduğuna, müfsid müşevvik olduğuna kaniim. Hakikat bundan ibarettir. Ve böyle bir hakakate karşı hükümetin tedbir-i lazime ittihaz etmesi vazifesi icabatındandır." (Tanin, 28 Eylül 1324, yani 11 Ekim 1908)
Böylece Murad Bey, Nazif Sururi ve Üryanizade Cemil Molla, "Devr-i Hürriyet"te tutuklanan ilk gazeteciler oldular. Murad Bey daha sonra, 31 Mart olayının ardından "Müebbet kalebentlik" cezasına çarptırıldı, 1913 affına kadar Rodos ve Midilli'de sürgün yaşadı. İstanbul'a döndükten sonra son günlerini Anadoluhisarı'ndaki yalısında "Gayet fakirane bir hayat" içinde geçirdi, 15 Nisan 1917'de 63 yaşında öldü ve Anadoluhisarı Mezarlığı'na gömüldü.
Yüz yıl geçti aradan. Elbette artık gazeteciler bir emirle tutuklanmıyor, hapsedilmiyor, sürülmüyor ama "Tehlikeli" yaftası hep boyunlarında.
Zaten bizi tarihte gezintiye çıkmaya, Adana'dan gelen bir haber zorladı. Şöyle: "Adana Büyükşehir Belediye Meclisi Başkanvekili Mustafa Tuncel, 'Bir basın mensubu bana danışmadan benim aleyhime yazı yazarsa, onu döverim!" Bırrr!
Sağlıklı ve mutlu bir hafta dileğimle.