Meksika Körfezi'ndeki çevre felaketindeki son gelişmeleri okurken, arada bir başımı kaldırıp dünyanın en güzel kolyesi olan İstanbul Boğazı'nı seyrediyorum.
British Petroleum'un Meksika Körfezi'nde, ABD kıyılarının sadece 80 kilometre açığındaki platformunda 20 Nisan'da meydana gelen ve 11 kişinin ölümüne yol açan patlama sonrası denizin 1.500 metre altındaki bir kuyudan başlayan petrol sızıntısında son durum şöyle: Günde 800 bin litre ham petrol deniz suyuna karışıyor. Bugüne kadar 13 milyon litre petrolün denize yayıldığı hesaplanıyor. Ve en az 90 gün daha sızıntının durdurulamayacağı söyleniyor.
Felaket karşısında teknolojinin bile pes etmesi üstüne Başkan Obama, Beyaz Saray'da bir kriz masası toplantısı yaptı. Savunma, İç güvenlik bakanlarının yanı sıra konunun uzmanları ile bilim adamlarının da katıldığı "Olağanüstü durum" toplantısında çeşitli öneriler tartışıldı. Sonuç? Herkes yaratıcı bir çözüm bulsun... Yani havanda su dövmekten ve çaresizliği itiraf etmekten öte bir şey yapılamadı.
Ya Boğaz'da olursa?
Ama deniz dibinden sızan ham petrol hem yayılmaya, hem de ilerlemeye devam ediyor. Facianın boyutlarının bu gidişle 1989'da Alaska açıklarında batan "Exxon Valdez" tankerinin neden olduğu ABD tarihinin en büyük çevre felaketini de geride bırakacağı belirtiliyor.
Bir daha Boğaz'ı seyrettim. Ürpererek. Ya benzer bir facia burada ya da Çanakkale Boğazı'nda olursa?
Düşünün; Boğazlarımız'dan yılda 55 bini aşkın gemi geçiyor. Bunun 10 binden fazlası tanker. Bir başka deyişle, yılda 150 milyon tonun üstünde ham petrol naklediliyor bizim sularımızdan.
Bu 10 bini aşkın tankerden herhangi birinin her an bir kaza yapması, başka bir gemiyle çarpışması ya da makine dairesinde çıkacak yangınla havaya uçması olasılığı yok mu? Fazlasıyla var.
Yakın tarihimizden
14 Aralık 1960'ta Yunan "World Harmony" ve Yugoslav "Peter Zoranic" gemilerinin çarpışmasında olduğu gibi. 20 denizcinin öldüğü o kazada tonlarca petrol Boğaz'a yayılmıştı.
1 Ocak 1966'da Sovyet bandıralı "Kransky Oktyabr" ve "Lutsk" gemilerinin çarpışmasında olduğu gibi. Denize akan petrol tutuşmuş, alevler Karaköy iskelesini ve bir şehir hatları vapurunu yutmuştu.
15 Kasım 1979'da 100 bin ton ham petrol taşıyan Romanya bandıralı "Independenta" tankeriyle Yunan gemisi "Evriyali" nin çarpışması gibi. 43 denizcinin öldüğü kazada tanker havaya uçmuş, Boğaz'a akan petrol günlerce yanmıştı.
Daha onlarca örnek verebilirim. Hatta "Doğa ile Barış Derneği"nin hazırladığı "Felaket Senaryosu"ndan da bölümler aktarabilirim.
Ama Boğazlarımız'ın her an topun ağzında olduklarını göstermeye 1960, 1966 ve 1979 kazalarının sonuçları bile yeterli.
Elbette tüm yetkililer bu tehlikenin bilincinde. Ne var ki, Montrö Sözleşmesi, ticaret gemilerinin Boğazlar'dan geçişine tam serbestlik tanıdığı için bir şey yapılamıyor.
Ya Montrö Sözleşmesi'nin yenilenmesi gerekecek ki, çok ama çok zor.
Ya da başka önlemlerle Boğazlar'daki risk azaltılacak, ki işte bu mümkün.
O nedenle Ankara'ya tarihi bir ziyaret yapan Rusya Federasyonu Başkanı Dimitri Medvedev'in "Boğazlar'dan tanker geçişine son verecek çözümler geliştirmeliyiz" önerisini heyecanla karşıladım. Dilerim, bugünkü görüşmelerde bu öneriyi ileriye götürecek çözümler masaya getirilir...