Siyaset tünelinde yolculuğumuzun üçüncü ve son bölümüne geldik. Bugün konumuz 1980 öncesi siyasetinin "Koca Reis"i Sadettin Bilgiç.
Daha doğrusu, Bilgiç'in bir not eşliğinde bize gönderdiği "Türkiye'de Seçimler ve Seçim Kanunları" araştırması.
Notta şöyle diyor: "Son zamanlarda köşe yazarlarımız ve televizyonlarda program düzenleyenlerle konuşma yapanlar, seçimlerin öne alınmasını istiyorlar. Ama nasıl bir seçim kanunuyla seçimlerin yapılmasının lazım geldiğini söylemiyorlar. Sadece mevcut ülke barajının yüzde 10'dan 5'e düşürülmesini istiyorlar. Uygulanan nispi temsil sisteminde, milletvekiline değil sadece iktidara getirilmek istenen partiye oy verildiği, hiç dile getirilmiyor."
Ve "Seçmenlere milletvekilini tercih etmesi imkânı da verecek" bir seçim sistemi getirilmesi gerektiğini öneriyor Bilgiç.
Yasayla seçmen yönlendirilir mi?
Biz araştırmanın "Seçmene rağmen iktidara gelme, iktidarda kalma ya da iktidara gelmesini önleme planlarının millet tarafından nasıl boşa çıkarıldığı"na ilişkin örneklerini ibretle okuduk. Siyasilere "Bir nevi hizmetimiz olsun" niyetiyle aktaralım:
1965 seçimlerine gidilirken seçim kanununda "Milli bakiye" değişikliği yapıldı. Değişikliğin gerekçesi "Tek parti iktidarının memleketi batırdığı, kurtuluşun koalisyon hükümetleriyle olabileceği" iddiasıydı. Gizlenen gerekçe ise, Adalet Partisi'nin (AP) tek başına iktidara gelmesini önlemekti. Ama seçmen "Milli bakiye"ye rağmen AP'yi yüzde 52.9 oyla tek başına iktidar yaptı ve seçim kanunlarıyla milletin iradesine ipotek konulamayacağını gösterdi.
1987 seçimlerine gidilirken çıkarılan ve 1991 seçimlerinde de uygulanan seçim kanununun gerekçesi ise "1980 öncesi koalisyon veya azınlık hükümetlerinin memleketi batırdığı, kurtuluşun güçlü bir iktidardan geçtiği" iddiasıydı. Aslında o günkü iktidar (Not: ANAP), 1983'te uygulanan seçim kanunuyla iktidarda kalamayacağını görüyordu. Yüzde 30 oyla iktidarda tutunmasını sağlayacak kadar milletvekili çıkarmanın hesabını yapıyordu. 1987 seçimlerinde bu hesap tuttu ama 1991 seçimlerinde bozuldu. Seçmen bu kanuna rağmen hiçbir partiye tek başına iktidar imkânı vermedi. Ve seçim kanunuyla seçmenin iradesinin yönlendirilemeyeceği bir kez daha görüldü.
Sadettin Bilgiç araştırmasını bir soruyla noktalıyor: "Kanunlarla seçmenin iradesini yönlendiremediğimize göre, el ele vererek milletimizin bünyesine uygun, demokratik rejime sağlıklı işlerlik kazandıracak bir seçim kanunu hazırlamak en doğrusu değil mi?"
Biz de bir soruyla bitirelim: Haksız mı?