Dün Erol Tuncer'in "1950 Seçimleri" ve Sadettin Bilgiç'in "Türkiye'de Seçimler ve Seçim Kanunları" adlı araştırmalarından söz etmiş ve konuyu bir-iki gün daha işleyeceğimizi belirtmiştik.
Bugün konuya devam ediyoruz...
İngiltere Başbakanı Winston Churchill'in ifadesiyle, "Baltık'taki Stettin'den Adriyatik'teki Trieste'ye kadar Avrupa'ya bir Demir Perde'nin indiği" yıllardı.
Hemen yanıbaşımızdaki Bulgaristan ve Romanya, Demir Perde'nin içinde kalmışlardı.
Batıdaki öbür komşumuz Yunanistan 4 yıl süren ve 50 bini aşkın kişinin can verdiği iç savaşın yaralarını sarmaya çalışıyordu.
Daha batıda Arnavutluk, Macaristan, Çekoslovakya, Polonya ve Baltık Cumhuriyetleri, Demir Perde'ye hapsolmuşlardı. Yugoslavya'nın bir ayağı perdenin içinde, bir ayağı dışındaydı.
Almanya ikiye bölünmüş, doğusu Demir Perde'de kalmıştı.
En batıda Portekiz ve İspanya iki diktatörün, General Francisco Franco ve Antonio de Oliveira Salazar'ın çelik yumruğuyla yönetiliyordu.
Güney komşumuz Suriye'de Albay Edip Çiçekli bir darbeyle yönetime el koymuştu.
Irak'ta Raşit Ali El Geylani'nin İngilizler'in askeri müdahalesiyle savuşturulan darbesinin sarsıntıları sürüyordu.
İran'da Başbakan Muhammed Musaddık genç Şah Muhammed Rıza Pehlevi'ye meydan okuyor ve petrolü millileştirmeye hazırlanıyordu.
Kafkaslar tümüyle Sovyetler Birliği'nin bünyesinde erimişti.
Türkiye böyle bir konjonktürde 14 Mayıs 1950 seçimleriyle sınırlı sayıda üyeye sahip Demokrasi Kulübü'ne katıldı.
İsmet İnönü'nün tarihi rolü
Cumhuriyet'i kuran partinin halkın iradesine saygı göstererek iktidarı sandığın galibine devretmesi günümüzde belki olağan kabul edilebilir ama bir de 60 yıl öncesini ve o dönemin yukarıda çizdiğimiz tablosunu düşünün...
Gerçekten bir dönüm noktasıydı. Geriye dönüşü olmayan bir dönüm noktası.
Eski siyasetçi (1973-1980 arası CHP Gümüşhane Milletvekili) ve araştırmacı Erol Tuncer, "1950 Seçimleri" adlı çalışmasında işte o tarihi dönüm noktasını irdeliyor. İlk kez birden fazla partinin yarıştığı 1946 seçimlerinin hemen sonrasından alıp 14 Mayıs akşamına kadar götürüyor. Adım adım...
Hayli hacimli (452 sayfa) araştırmayı okuduğunuzda "Milli Şef" Cumhurbaşkanı İsmet İnönü'nün Türkiye'nin demokratik rejime geçmesinde ne denli hayati bir rol üstlendiğini çok daha iyi anlıyorsunuz.
CHP ile Demokrat Parti arasındaki sürtüşmelerde, kavgalarda, muhalefetin Meclis çalışmalarını boykot etmesine kadar varan krizlerde hep o devreye girdi. Ve Cumhurbaşkanlığı'nın yanı sıra CHP Genel Başkanlığı'nı da üstlenmiş olmasına rağmen tarafsız, hatta zaman zaman Demokrat Parti'yi kayıran kararlarıyla, tercihleriyle, telkinleriyle, alevlerin büyümeden sönmesini sağladı.
Hiçbir usulsüzlüğün görülmediği, gerçekten "Dürüst" geçen 14 Mayıs 1950 seçimlerinin ardından, 1938'den bu yana, yani üç dönemdir yürütmekte olduğu Cumhurbaşkanlığı görevini 22 Mayıs 1950'de Celal Bayar'a devreden İnönü ile ilgili olarak "Vatan" gazetesi başyazarı Ahmet Emin Yalman'ın yayınladığı uğurlama yazısı, İsmet Paşa'nın demokrasiyi tüm kurallarıyla uygulamaya ne denli kararlı olduğunu göstermeye yeterli:
"Bir gün bana şu sözleri söylediniz: 'Beni dördüncü defa Cumhurreisi mevkiinde görmeyeceksin, bunu sana söz veriyorum. Mensup olduğum parti seçimi kaybederse zaten mesele yoktur. Kendi partim kazanırsa ben Cumhurreisliği'ni kabul etmeyeceğim.' Muhterem İsmet İnönü; milletin murakabeli bir idareye kavuşması için kendi itiyat ve iptilalarını fedaya razı olan bir eski şefin ve olgun insanın asil macerasını insanlık tarihi pek nadir bir surette kaydetmiştir."
New York Times gazetesinin "CHP'nin uğradığı yıkıcı ve hayret verici mağlubiyet, yalnız Türkiye'nin değil, bütün Batı demokrasisinin de iftihar etmesi lazım gelen bir neticedir" diye yorumladığı 14 Mayıs 1950 seçimleri, gerçekten tarihe altın harflerle yazılan bir "Ak Devrim"di.
Yarın da "Koca Reis" Bilgiç'ten bugün bile öneminden hiçbir şey yitirmeyen tespitler aktaracağız...