Meslektaşımız, sosyolog, siyasal bilimci, romancı, kısaca 10 parmağında 10 marifet olan Emre Kongar, birkaç yıl önce 7 bölüm halinde yayınladığı "Medyanın yeniden yapılanması" araştırmasını şu tespitlerle noktalamıştı:
Geçtiğimiz dönemde medya ile siyasetçiler arasındaki kirli ilişkiler her iki tarafın da zararına olmuştur.
Bu dönemde siyaset-medya ilişkilerine ek olarak, medyada tekelleşme eğilimlerinin de ortaya çıkması, Türkiye'de hem özel teşebbüsü, hem de demokrasiyi tehdit eder boyutlara ulaşmıştır.
Akıllı politikacı, medya ile kirli ittifak kurmaz.
Akıllı medya patronu, politikacı ile kirli ittifak kurmaz, tekel olmaya çalışmaz.
Kongar bu saptamaları, SABAH'ın kurucu patronu Dinç Bilgin'in geçenlerde verdiği mülakatta "Türkiye değişmişti. Enerji şirketleri satılacak, biri İhlas'a, biri Erol Aksoy'a, biri Aydın Doğan'a. Böyle bir dönem..." diye anlattığı 1998-2002 arasındaki 28 Şubat sürecinden hemen sonra yapmıştı.
Çünkü o sıralar medyada tekelleşmenin Türk demokrasisi için yaratabileceği tehditler görülmeye ve herkes tarafından seslendirilmeye başlanmıştı. Örneğin dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer 1 Ekim 2003'te yeni yasama yılının açış konuşmasında şöyle diyordu:
"Kamu hizmeti yapan medyanın tekelleşerek sorumluluk bilincinden uzaklaşması, bireysel çıkarlara hizmet edecek ticari nitelik kazanması, medya- siyaset bağlantısının güçlenmesi, medyanın devlet ile ticari ilişkiye girmesi, kuşkusuz demokrasinin yozlaşmasına zemin hazırlayacak, basının varlık nedeniyle çelişecektir."
Ahtapotun kolları
Ama bu uyarılar tekelci medyayı frenleyemedi; tam tersine ihtirasları kamçıladı.
Sonuçta, yazılı ve görsel basının yarıdan fazlasını bir grubun kontrol ettiği, reklam pastasının yarıdan fazlasına yine bir grubun el koyduğu bir tablo doğdu. Daha kötüsü o grup hem müthiş maddi kaynaklarını, hem de tekel olmanın verdiği gücü siyasette, iş hayatında silah olarak kullandı.
Kötünün de kötüsü, tekelleşme medyayı alabildiğine yozlaştırdı. Kadın gazeteciler iç çamaşırlarını teşhir etmeyi, soyunmayı, yatak odalarının sırlarını anlatmayı marifet olarak sunmaya başladılar. Bir başkası sevgilileriyle maceralarını yazıyordu köşesinde. O tür yazarlara sahip olamayanlar da soyunuk geçen süreleri giyinik sürelerinin kat kat üstünde olanlara köşe vererek açıklarını kapatmaya çalışıyorlardı. Ve bir de hedef gözetmeden yaylım ateşi açan tetikçiler türemişti. Tam çürümüşlük!
Tabii gemin azıya alındığı o ortamda, tam da Sezer'in yasama yılının açış konuşmasını yaptığı günlerde zirvedeki bir başka kişiden gelen uyarı da belleklerden iyice silinmişti. O kişi Başbakan Erdoğan'dı ve 2003 Ekim'i başında Yerel Televizyoncular Birliği'ndeki konuşmasında şöyle demişti: "Basında tekelcilik, hortumculuk ve yargısız infazın oluşturduğu lanetli çukurları kapatmaya kararlıyız."
O uyarıdan 76 ay sonra "Lanetli çukurlar" ın büyük ölçüde kapatıldığını görüyoruz.
Yeni bir dönem başlıyor artık medyada. Çoğulcu, daha temiz, siyasetmedya ilişkilerinin şeffaflık üstüne kurulacağı bir dönem. Tetikçiliğin yerini haberciliğin alacağı, gerçek gazeteciliğin yapılacağı dönem... İşte bu yeni dönemde SABAH'ın farkını daha iyi gösterme imkânı bulacağız.
O farkı fark etmek için bugünkü gazetemize bile göz atmanız yeterli: Manşetimiz özel haber, sürmanşetimiz özel haber, iç sayfalarda yığınla özel haber... Özel röportajlar, müthiş bir dizi...
Yarış şimdi başlıyor...
Sağlıklı ve mutlu hafta dileğimle...