Benim iki kahramanım var: Mareşal Mustafa Kemal Atatürk ve General Charles de Gaulle.
General de Gaulle'ün cumhurbaşkanlığı dönemi (1959-1969) Fransa'nın en mutlu yıllarıydı. Ve de en güçlü. NATO'nun askeri kanadından çekilecek, ABD'ye rağmen Çin'le diplomatik ilişki kuracak, kendi nükleer cephaneliğine sahip olacak, İngiltere'nin AET üyeliğini reddedecek kadar güçlü.
Nasıl güçlü olmasın? General de Gaulle gibi bakanları devlet adamıydı ve adam gibi adamdı: Georges Pompidou (Değişmez Başbakan), Andre Malraux, Louis Joxe, Maurice Schumann, Roger Frey, Maurice Couve de Murville, Valery Giscard d'Estaing, Edgard Pisani, Pierre Pflimlin, Pierre Messmer, Alain Peyrefitte, Michel Debre, Edgar Faure, Olivier Guichard, Jean-Marcel Jeanneney, Jacques Chirac, Albin Chalandon...
General'in 1969'da istifasından ve ertesi yıl ölümünden sonra "de Gaulle'cüler" zamanla güçlerini yitirdiler, 2007'de Jacques Chirac'ın yerini Nicolas Sarkozy'ye bırakmasıyla da sahneden çekildiler.
Son dinozora veda
Bir kişi kalmıştı geriye: "Son de Gaulle'cü", "Son dinozor" olarak gösterilen Philippe Seguin. 1970'lerin başından itibaren Georges Pompidou, Valery Giscard d'Estaing, Jacques Chirac, Raymond Barre gibi Fransız merkez sağının devleriyle çalışan, 1990'larda 5 yıl meclis başkanlığı yapan, iktidar partisinin genel başkanlığına kadar yükselen, sonra siyasetten çekilip Sayıştay Başkanlığı'na getirilen Philippe Seguin. Sözünü esirgemeyen Philippe Seguin. Dobracılığına bir örnek verelim: "Günümüzde siyasal yaşam bir futbol maçı gibi. İki takım (Sağ ve sol) sahaya çıkıyorlar ama ortada top yok. Çünkü başka güçler, devletleri gizlice yöneten sermaye, topu sakladı." (Not: Bu arada sıkı Türkiye dostu olduğunu da belirtelim.)
O "Son de Gaulle'cü" de artık yok. 3 gün önce kalbine yenik düştü. 66 yaşındaydı.
Seguin'in arkasından yazılanlar-çizilenler ve söylenenler, siyasal bilgiler öğrencilerine tez konusu olur. Bir bölümünü aktaralım:
"Onurunu her şeyin üstünde tutan adam. İnanç, cesaret adamı. Yurtsever. Bir bilgi, bir referans, bir pusula. Churchill'in, Clemenceau'nun kumaşına sahip büyük devlet adamı. Bir başka çağın insanı, kahramanlar döneminin çağımızdaki temsilcisi. Sıradan aktörler tiyatrosunun kaliteli oyuncusu. Politikanın Sancho Pança figürlü Don Kişot'u. Prensipler adamı. (Maastricht Anlaşması'na karşıydı. 1992'de partisine rağmen referandumda "Hayır" kampanyası yürüttü. Çünkü Maastricht Anlaşması'nın hem Fransa'nın bağımsızlığı, hem de General de Gaulle'ün mirası "Sosyal devlet" ilkesi için tehdit olduğuna inanıyordu.)"
Biraz daha devam edelim: "Tarih, sinema, spor alanlarında derinlemesine bilgi sahibiydi. Siyasette inançlarından asla ödün vermezdi, makam, koltuk için görüş değiştirmezdi."
Gerçekten de siyasetin şanından-şöhretinden hep uzak durdu. Şöyle yazmıştı anılarında: "Siyasete girmeseydim daha mı iyi yapmış olurdum sorusunu enine-boyuna kendime sormam gerekirdi."
Ve son bir alıntı: "Parada-pulda zerrece gözü yoktu. Çalmadı, çaldırmamak için de tüm enerjisi harcadı. Sayıştay Başkanlığı görevinde devletin kaynaklarını israf ettirmemek için Cumhurbaşkanı Sarkozy'yi karşısına almaktan çekinmedi."
Acaba kaç politikacıdan ölümünün ardından böylesine övgüyle söz edilir? O nedenle bu yazıyı siyasilere ithaf ediyoruz. Philippe Seguin gibi uğurlanmaları dileğiyle.