Ahlak, antik çağdan bu yana düşünürlerin en çok kafa yordukları konuların ya da alanların başında geliyor.
Türkçe'de "Ahlak" sözcüğüyle ifade edilen kavramın Batı dillerinde iki karşılığı var. İki ayrı kaynaktan gelen iki karşılık: Moral ve etik. İlki Latince kökenli, diğeri Yunanca.
İki kavramın tanımları birbirine yakın, hatta birbiriyle iç içe geçmiş gibi algılanıyor, bu yüzden de kolayca karıştırılabiliyor ama yine de aralarında önemli bir fark var:
"Etik" insanın varoluş nedeninin sorgulanmasıyla ortaya çıktı.
"Moral" ise varlık olarak insan ile insanın varoluş nedenlerini birbirlerinden ayırma uğraşıyla doğdu. Tüm bunları bize TÜSİAD'ın (Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği) dün açıkladığı "Dünyada ve Türkiye'de İş Etiği ve Etik Yönetimi" başlıklı raporu çağrıştırdı.
Her ne kadar Aristoteles, "Nikomakhos'a Etik" adlı eserinde "Erkek ile kadının, yetişkin ile çocuğun, efendi ile kölenin etiklerinin aynı olmadığını" söylese de, yüzyıllar boyunca ahlak kurallarında cinsiyet, sosyal ortam, iş, meslek ayrımı yapılmadı.
Sadece hasta ile doktor, vekil ile müvekkil arasındaki ilişkiler "Sır" temeline dayandığı için hekimlik ve avukatlık gibi özel meslekler için ek ahlak kuralları geliştirildi. Onlar da farklı bir kavram olan "Deontoloji" ile tanımlandı.
TÜSİAD raporunda da vurgulandığı "İş hayatında etik" 19'uncu yüzyılda, sanayi devrimiyle birlikte felsefenin ve sosyolojinin ilgi alanına girmeye başladı. Girişimcilik, yani özel sektör gelişip büyüyünce, liberal ekonomi yani piyasa ekonomisi küresel düzenin belirleyici ideolojisi haline gelince, yeni sorunlar, yeni davranışlar, yeni yaklaşımlarla önemi her geçen gün daha da arttı.
Hele bir de "İşletmeler ile çevre ve toplum arasındaki ilişkiler", yani "Sosyal sorumluluk" piyasa ekonomisinin vicdanı ilan edilince, "İş etiği" 21'inci yüzyılın belirleyici "Trend"lerinden biri olup çıktı.
TÜSİAD raporunu hazırlayan komisyona başkanlık eden Tayfun Bayazıt'ın tanıtım konuşmasında belirttiği gibi, "Bugün işletmenin var oluş sebebi, yalnızca kâr etmek değil, elde ettiği ekonomik faydayı topluma geri kazandırabilmektir" diye anlatılıyor. Bu idealizmi tüm dünyaya benimsetmek için de 2000 yılında BM'nin girişimiyle "Küresel İlkeler Sözleşmesi" hazırlandı. Bugün bu sözleşmeye imza koşan kurum sayısının 6 bini geçtiği belirtiliyor. Ne kadar güzel.
Krizin temelindeki sorun
Ama iş hayatında artık geniş kabul gördüğüne inanılan "İş etiği" ve bu etik anlayışını pratiğe geçirmek için yapılan soylu girişimler, dünyayı modern zamanların en büyük ekonomik krizine sürüklenmekten kurtaramadı.
Ve birkaç kez yazdığımız gibi, krizi Wall Street bankalarının "Etik açığı" tetikledi. Bir başka deyişle, her şey "Ahlak krizi" ile başladı. Daha hüzün vericisi, BM'nin "Küresel İlkeler Sözleşmesi" ne imza koyan 6 bini aşkın kurum arasında "Ahlak krizi"nin vebalini taşıyan pek çok Wall Street bankası bulunuyor.
Ama gelecek için umutluyuz. "Ahlak eksikliği"nin yol açtığı krizin, etiğin daha çok önemsendiği, Tayfun Bayazıt'ın ifadesini biraz değiştirerek tekrarlarsak, "Etik olmayan davranışlar karşısındaki tolerans seviyelerinin aşağı çekildiği" bir ekonomik düzene ebelik edeceğine inanıyoruz. Ç
ünkü kapitalizm ya da liberal ekonomi, kıyısına kadar geldiği uçuruma yuvarlanmaktan ancak o şekilde kurtulabilir. Daha adil, daha insancıl, gezegenimize daha saygılı ve tüm bunların sayesinde de daha zengin bir dünyanın ise tek reçetesi var: "Hayatta tek amaç para kazanmak olamaz, olmamalı."
Geleceğimizi biçimlendirecek bir konuyu gündeme getirdiği için TÜSİAD'ı kutluyoruz.