Batı medyasının kültür ve turizm sayfalarında aylardır Atina anlatılıyor. Çarşaf çarşaf. Ballandıra ballandıra. Tüm haberlerde, röportajlarda ve makalelerde aynı mesaj veriliyor: "Küresel ekonomik krize rağmen bu yaz Atina'ya gitmeniz için çok iyi bir neden var: Yeni Akropol Müzesi açılıyor."
Onca yayına konu olan ve sabırsızlıkla beklenen o müze dün akşam açıldı. Avrupa ve Akdeniz ülkelerinden 20'yi aşkın devlet ve hükümet başkanı ile 50'yi aşkın kültür bakanının katıldığı görkemli bir törenle. (Not: Son dakikada rahatsızlanmasaydı, Başbakan Erdoğan da gidecekti.)
Müze, anıt yapıların tasarımında günümüzün en önemli isimleri arasında gösterilen 65 yaşındaki İsviçreli mimar Bernard Tschumi'nin imzasını taşıyor. Fransa'daki Fresnoy Sanat Okulu, Cenevre'deki Vacheron-Constantin binası, New York'ta Columbia Üniversitesi'nin Lerner Hall'ü, Florida Üniversitesi'nin Mimarlık Fakültesi gibi nice yapıyı o projelendirip inşa etti. Ama Yeni Akropol Müzesi bir başka. Dünyanın en ünlü tepesinin eteğine bir uçan daire konmuş sanki:
Parthenon kalıntılarına zarar vermemek için kolonlar üstünde yükseliyor, doğal ışıkla aydınlanıyor, hava akımıyla serinletiliyor, depremde zarar görmemesi için bina, katlar arasına yerleştirilmiş bilyeli raylar arasında gidip geliyor...
Avrupa'da müze yarışı
23 bin metrekarelik alana yayılan müze 130 milyon Euro'ya mal oldu. Finansmanını Yunan hükümeti ve AB Bölgesel Kalkınma Fonu sağladı. (Buyurun, AB üyeliğinin bir nimeti daha.) Ve Yunanistan'ın "Mücevher kutusu" diye nitelediği Yeni Akropol Müzesi daha şimdiden dünya çapında tarih, kültür ve sanat turizminin en önemli duraklarından biri durumuna geldi.
Ama tek yeni durak değil: Avrupa'da bu yıl peş peşe birçok müze açıldı veya açılıyor. Örneğin sadece Belçika'da dört müze kuruldu. Biri en sevdiğimiz ressamlardan Rene Magritte için. Ayrıca Münih'teki Brandhorst Müzesi, Berlin'deki Neues Museum (Doğu Almanya'daki komünist rejimin başlattığı, 10 yıl ara verilen ve son 6 yılda geceli- gündüzlü çalışmayla bitirilen Yeni Müze) çoktan tarih, kültür ve sanat meraklılarının ziyaret listelerine girdiler.
Hele bir de Abu Dabi'nin bir projesi var ki, büyülenmemek mümkün değil: Paris'teki Louvre Müzesi'nin benzerini kuracak. Fransa'nın desteğiyle. Adı da "Abu Dabi Louvre" olacak. 24 bin metrekarelik alana yayılacak. Emirlik yönetiminin on yıllardır büyük paralar harcayıp dünyanın her yerinden topladığı eserler orada sergilenecek. Tabii dünyanın büyük müzelerinin ödünç verecekleri koleksiyonlar da.
Barışın önemli silahı
Özetle bir "Müze patlaması" yaşanıyor. Neden? Çünkü tarihe, kültüre ve sanata yatırım devletler için sadece "Prestij" kriteri olmaktan çıktı, küresel barışın çok önemli bir aracı durumuna geldi. Bu önem en iyi ve açık biçimde "Abu Dabi Louvre" projesinin imza töreninde dile getirildi:
"Medeniyetler, dinler, kültürler şoku herkesi korkutuyor. Günümüzün bir numaralı küresel sorunu olan bu şokları savuşturmak için kalpler arasında köprüler kurmak, geçitler açmak zorundayız. İşte bu köprü ve geçit görevini de kültürleri, tarihleri, sanatları ve uygarlıkları buluşturacak ve onları küreselleştirecek olan müzeler üstlenecek."
Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay'ın da bu yaklaşımı paylaştığını sanıyoruz. Çünkü son dönemin gelmiş geçmiş kültür bakanları arasında müzelerin stratejik önemini en iyi o gördü.
O nedenle, daha doğrusu o güvenceyle, Ankara'da 40 bin metrekarelik alanda Türkiye Uygarlık Tarihi Müzesi kurma projesini en kısa zamanda hayata geçirmesini sabırsızlıkla bekliyoruz. Gerekirse tüm bütçelerden kesinti yapılarak bu projeye gereken kaynak sağlanmalı. Ve asıl "Mücevher kutusu" nasıl bir şeymiş dünya görmeli.