Demokrasinin diğer rejimlerden en önemli, hatta en hayati farkı, açıklığı, şeffaflığıdır.
Çünkü meşruiyetini halkın iradesinden aldığı için, halktan hiçbir şeyin gizlenemeyeceği peşin kabulünü öngörür. Seçenler ile seçilenler arasında "Oy pusulası" ile yapılan akit "Halkı halk için halk adına yönetenler"in halkın aleyhine hiçbir işlem yapmayacakları ilkesine dayanır. O nedenle de demokrasinin "Erdem rejimi" olduğu söylenir.
Ama tüm bu soylu yorumların sadece varsayım olduğu ortaya çıktı. Hem de modern zamanların ilk parlamenter rejimi olan ve dünyadaki tüm demokrasilere modellik yapan İngiltere'de.
Meğer Avam Kamarası'nın, yani halkın temsilcilerinden oluşan meclisin (Çünkü bir de sadece soylulardan meydana gelen Lordlar Kamarası var) neredeyse tamamı özel harcamalarını halka ödetiyorlarmış. Hem de yıllardan beri.
Halkın vergileriyle kimi evinin mobilyasını yenilemiş, kimi plazma televizyon almış, kimi yüzme havuzu yaptırmış, kimi hizmetçi tutmuş. Eşinin porno kanallarına giriş ücretini bile halka ödeten var!
İngiliz basını günlerdir bu masraf faturalarını yayınlıyor. Çarşaf çarşaf.
Çıkar dayanışması
Daha da vahimi, iktidar-muhalefet ayrımı yapmadan tüm milletvekilleri bir tür "Omerta" yasasıyla kenetlenmiş: Kimse kimsenin kirli çamaşırlarını karıştırmayacak. Yasanın delinmemesi için yeni seçilmiş milletvekilleri de baştan çıkarılmış, "Günah"a zorlanmış.
Sonunda Avam Kamarası Başkanı Michael Martin hem görevinden, hem de milletvekilliğinden istifa etmek zorunda kaldı. 1695 yılından bu yana bir ilk! Gerçi Martin'in örneklerini verdiğimiz türden harcamaları olmadı ama vebali altından kalkılacak gibi değil: Milletvekillerinin kirli çarkını bildiği halde hem göz yumdu, hem de yıllarca ört bas etti.
Ah, unutmadan; Lordlar Kamarası'na da çamur sıçradı: Nüfuz ticareti yapan iki lordun üyeliği askıya alındı. O da 300 yıldan bu yana bir ilk!
Sandık devrimi korkusu
Şimdi ana muhalefet Muhafazakâr Parti'nin lideri David Cameron'un başı çektiği bir grup, Avam Kamarası'nın derhal feshedilip erken seçime gidilmesini istiyor. Çağrıları şöyle: "Parlamentonun saygınlığı sıfırlandı, tüm partiler kirlendi. Gelin sıfırdan başlayalım, temiz adaylar belirleyelim ve halkın karar vermesini isteyelim."
Ancak iktidardaki İşçi Partisi ve Başbakan Gordon Brown erken seçime şiddetle karşı çıkıyor. Sonuçlarından korktuğu için. Zira ülkede "Devrim" havası esiyor. Bir sandık devrimi. Yani, tüm partilerin ve milletvekillerinin kokuşmuşluğundan tiksinen halkın bambaşka tercihlere, bambaşka partilere yönelmesi. Örneğin, AB karşıtı UK Independence Party gibi uç partilere.
Demokrasinin beşiği İngiltere'de demokrasinin aldığı bu ağır, çok ağır yara, kıta Avrupası'nı da etkiledi. Önümüzdeki ay başında AB'nin 27 üyesinde de Avrupa Parlamentosu üyelerinin belirlenmesi için sandığa gidilecek. Kamuoyu araştırmaları zaten halkın bu seçimlerle pek ilgilenmediği, o nedenle katılımın az olacağını gösteriyordu. Şimdi İngiltere'deki rezaletin sandığa küslüğü tavan yaptırmasından korkuluyor. Zira seçimde oy kullananların oranı düşük olursa, Avrupa Parlamentosu'nun meşruiyeti kuşkulu duruma gelecek. Seyredin o zaman kopacak kıyameti.
Yanıtını merakla beklediğimiz bir de soru var. Şöyle:
Türkiye'ye savunma bütçesini şeffaflaştırması baskıları yapan AB, en büyük üyelerinden birinde, demokratik rejimin kalbi sayılan parlamentonun bütçesinin karartılmasıyla ilgili tek kelime bile etmedi. Neden acaba?