Dışişleri Bakanı Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu'nun trafiği baş döndürüyor. Meclis'te yemin edip göreve başlayalı sadece 10 gün oldu. Ve bu 10 günde 6 ülkeyi ziyaret etti: KKTC, Çek Cumhuriyeti, ABD (BM Güvenlik Konseyi'ndeki Ortadoğu oturumu için), Azerbaycan, İsveç (Temmuz ayında başlayacak AB dönem başkanlığı öncesi görüş alışverişi) ve Suriye...
Pazartesi yeniden yollara düşecek: Brüksel'de Türkiye-AB Ortaklık Konseyi toplantısına katılacak. Onu yine Şam ziyareti izleyecek. Daha sonra yine ABD. Bu kez Washington'da ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton ve ekibiyle bir araya gelecek. İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'nun ABD ziyaretinin hemen öncesinde. Davutoğlu, Şam'a 6 yılda 30 kez gitti. Haftaya 31'inci kez Şam'da olacak. 30 gezinin bir bölümü açık ziyaret, bir bölümü de gizli misyondu. En çok hatırlananı ve konuşulanı geçen Eylül'deki oldu. Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy, Şam'da Cumhurbaşkanı Beşşar Esad'la görüşmek için Şaab Sarayı'na gittiğinde, onu "Yarı ev sahibi" sayılabilecek bir kişi daha karşıladı: Davutoğlu!
Böylesine özel bir hukuk oluştu Davutoğlu ile Beşşar Esad arasında. Zaten o nedenle, bizim de katıldığımız bu gezide Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Beşşar Esad'ın önce ikili görüşmeleri, daha sonra da heyetler arasındaki müzakereler tamamlanıp, anlaşmalar imzalandıktan ve basın açıklamaları yapıldıktan sonra Türk tarafı başkanlık sarayından ayrılırken Davutoğlu kaldı: Esad'la baş başa durum değerlendirmesi yapmak için. Epeyce süren o görüşmenin içeriğini ve sonuçlarını, gecenin hayli ileri bir saatinde Cumhurbaşkanı Gül'e yaklaşık 2 saat süren bir toplantıyla aktardı. Daha sonra da odasında geziyi izleyen biz gazetecilerle görüştü. O da 1.5 saate yakın sürdü. Gecenin 03'ünde odalarımıza dönerken o valizini toplamaya başlamıştı: Sabahın köründe yola çıkmak için...
Suriye'ye Türkiye neden bu kadar önem veriyor? Neden Esad rejiminin uluslararası tecrit altına alındığı dönemde bile, ABD ve AB ile ters düşmek pahasına da olsa Ankara'dan Şam'a ziyaretler hiç eksilmedi?
Gerek Davutoğlu, gerekse Dışişleri mensuplarıyla yaptığımız sohbetlerden edindiğimiz bilgilerin ışığında bu soruyu şöyle yanıtlayabiliriz:
Türkiye ile Suriye herhangi iki komşu ülke değil: Suriye öncelikle Türkiye'nin güney politikalarının koçbaşı. Doğu Akdeniz kıyılarından Basra Körfezi'ne kadar uzanan coğrafyadaki tüm yollar mutlaka ama mutlaka Suriye'den geçiyor. Bu işin coğrafi gerçekliği.
Bir de sosyolojik gerçekler var: 900 kilometrelik Türkiye-Suriye sınırı dünyanın en geçişken uluslararası hatlarından birini oluşturuyor. Çünkü coğrafi devamlılık var. Ayrıca ailelerin yarısı sınırın bir tarafında, yarısı da öbür tarafında. Sürekli birbirlerine gidip geliyorlar. Bayramlarda, seyranlarda, düğünlerde, ölümlerde... Düşünün; Gaziantep ile Halep arasındaki mesafe Gaziantep ile Şanlıurfa arası kadar ya var ya yok.
Ve nihayet Ortadoğu düğümlerinin bir ucu mutlaka Şam'da: İsrail-Filistin, İsrail-
Suriye, İsrail-Lübnan, İsrail-Arap barışları, Filistinliler arasındaki uzlaşma, Irak sorunu, Lübnan iç barışı, hatta İran nükleer krizi Şam rejimi el ve yol vermedikçe çözülemez.
Batı'nın tecridi ters tepti
İşte o nedenle, özellikle Lübnan eski Başbakanı Refik Hariri suikasti (2005) sonrası, Türkiye'den sınırı kapatıp Suriye'nin tecritine destek olması istendiğinde Ankara Batılı muhataplarına şu yanıtı verdi: "İyi güzel, Suriye'yi izole edelim. Irak da izole durumunda; ABD tarafından. İran da yine uluslararası topluluk tarafından tecrit altında. Eh, Ermenistan'a da biz tecrit uyguluyoruz. Tek açık kapı olarak minnacık Gürcistan sınırı kalıyor. Bu aslında Suriye'yi tecrit edelim derken Türkiye'yi izole etmek olmuyor mu? Türkiye'nin Ortadoğu'ya açılımının engellenmesi anlamına gelmiyor mu?"
Bu gerçekçi, sağlam ve haklı gerekçe sayesinde Türkiye o zor dönemde Suriye ile ilişkilerini sürdürebildi. Ve iki ülke arasındaki ilişkilerde dönüm noktası olarak kabul edilen 4 Ocak 2003'te Başbakan Abdullah Gül'ün Şam ziyaretiyle başlayan (O gezide Gül ve heyetini havaalanında Suriye'nin tüm bakanlar kurulu üyeleri karşılamıştı) dostluk, her temasta biraz daha pekişerek bugün sıkı ve sağlam bir kardeşlik bağına dönüştü.
Çünkü o tecrit döneminde Suriye'nin tek nefes deliği Türkiye oldu. Sonra zamanla Batı da izlediği politikaların yanlışlığını gördü, tecritin Şam'ı Tahran'ın kucağına ittiğini anladı. Ve Türkiye'nin Suriye politikaları emsal, hatta model olarak kabul edilmeye başlandı. ABD, Barack Obama'nın işbaşına gelmesiyle birlikte Suriye politikalarını gözden geçirmeye koyuldu. Önümüzdeki günlerde bu değişimin somut sonuçlarını hep birlikte görecek, izleyeceğiz.
ABD aslında sadece Suriye değil, tüm Ortadoğu politikalarını sorgulama döneminden geçiyor. Bölge ülkeleri ve sorunlarıyla ilgili tutumlarında ve tercihlerinde köklü değişiklikler yapmaya hazırlanıyor. İsrail'le arasına mesafe koymaya, zaman zaman ona cephe almaya başlaması ya da en azından açık açık eleştirmekten kaçınmaması, bunun öncü mesajları.
Bu değişimi Ankara açısından şöyle yorumlamak veya okumak mümkün: Türkiye, ABD'nin değil; ABD, Türkiye'nin çizgisine geldi. İşin özeti bu.