Kültüre siyaset karıştırılmaması, bir başka deyişle kültürün siyasetin aleti yapılmaması gerektiği söylenir. Yalan! Hem de katmerli, şeddeli yalan!
Kültür her zaman siyasetin en etkili silahı oldu. Emperyal ve kolonyal dönemde sömürgeleştirilecek diyarlara önce kültürle girildi. Yozlaştırmak, bağımlılaştırmak için. Günümüzde ise siyasal hesapların ve amaçların en güçlü koçbaşı olarak yine kültürden yararlanılıyor. ABD'nin yaşam biçimini Hollywood filmleri aracılığıyla dünyaya dayatması bunun en güçlü örneği. Ayrıca her devletin önemli fonlar ayırarak dünyanın dört bir yanında kültür merkezleri kurmaları da, boşuna ya da o ülkelerin insanlarının kara gözlerinin hatırına değil.
Paris'ten gelen e-mail
Paris'te yaşayan İstanbullu bir hanım okurumuz var. Öğretim üyesi. Bir Fransız ile evli. Eşi ateşli mi ateşli Türkiye sevdalısı. Hem de Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy'nin partisine sempati duymasına rağmen.
Bazen biri e-mail gönderiyor, bazen öbürü, bazen de ikisi birden. Birkaç gün önce, İstanbullu hanımın Fransız beyinden bir mesaj aldık. "Bu kadarına pes!" diyordu öfkeli sözcüklerle donattığı email'inde ve iliştirdiği Paris Kitap Fuarı'yla ilgili bir yazıyı okumamızı istiyordu. Okuduk. Zaten konuyu izliyorduk.
Paris'teki kitap fuarı, Frankfurt'tan sonra Avrupa'nın en büyüğü. Bu yıl 29'uncusu düzenlendi. Birçok kitap fuarında olduğu gibi Paris'te de her yıl bir onur konuğu belirleniyor. Bu yıl Meksika seçildi. 2010'da da, İstanbul'un Avrupa Kültür Başkenti olması nedeniyle bu payenin Türkiye'ye verilmesi kararlaştırıldı. Ama Sarkozy Fransası'nın artık alıştığımız ayak oyunları nedeniyle son dakikada vazgeçildi. Gerisini Türkiye dostu Fransız okurumuzun email'ine iliştirdiği, "Le Monde" gazetesinin haberinden özetleyerek aktaralım:
Malum; 2009, Fransa'da Türkiye Kültür Yılı olacak. (Bizim notumuz: Sarkozy yönetimi yaz başında yapılacak Avrupa Parlamentosu seçimlerinde "Olumsuz" etkiye yol açmaması için, Türkiye'nin kültürel etkinliklerini Mart'tan Temmuz ayına attı; yani Türkiye Yılı'nı yarım yıla indirdi).
Paris Kitap Fuarı'nın düzenleyicileri bunu fırsat bilerek 2010'da fuarın onur konukluğunu Türkiye'ye teklif etmeye karar verdiler. Böylece 2009 Temmuz'unda başlayacak Türkiye yılı 2010 Mart'ındaki fuarla taçlanacaktı. Bu amaçla geçen Ekim'de Paris'ten Frankfurt Kitap Fuarı'na bir heyet gönderildi. (Bizim notumuz: Frankfurt'un onur konuğu Türkiye'ydi.)
Ama sonra hava değişiverdi: Paris Kitap Fuarı yönetimi birdenbire 2010'da fuarın 30'uncu yıldönümünün kutlanacağını hatırladı, o nedenle onur konuğu uygulamasından vazgeçip, o sıfırlı yılda fuarın kendisinin etkinliklerin merkezine oturtulmasına karar verdi.
Tabii Türkler yutmadı; AB'nin tam üyelik müzakereleri sürecinde sürekli yaşadıkları çelmelerin bir yenisiyle daha karşılaştıklarını hemen anladılar ve "Ne haliniz varsa görün" anlamına gelen bir cevapla, "30'uncu yılınızı kendi kendinize kutlayın" deyip geçtiler.
Artık aldırmıyoruz bile
Fransız dostumuzu bile isyan ettiren Garp kurnazlığı özetle böyle. Ama diplomatik ve kültürel çevrelerde Paris'in saygısızlığının, hatta terbiyesizliğinin yankıları sürüyor. Hatta giderek daha çok yankılanıyor. Yankılanacak da.
Geçenlerde bir dostumuz sitem etti: "Sen ki Fransız kültürüyle haşır neşirsin. (Buyurun, başta ifade ettiğimiz görüşü güçlendiren bir söylem daha. Dedik ya; her şeyin başı kültür!) Fransa'ya son zamanlardaki öfken niye?"
Buyurun, buradan yakın. Sorunun Fransız kültüründen değil, Fransa'yı yozlaştıranlardan, kimyasını değiştirenlerden, Fransa'yı Avrupa'daki Türkiye karşıtlığının simgesi, hatta bayraktarı yapanlardan kaynaklandığını gel de anlat, anlatabilirsen.
Diyeceğimiz şu; Sarkozy başta oldukça Fransa bu coğrafyada daha çook şeyler yitirecek. Fransızlar da bunu anlamış olmalılar ki, eski Cumhurbaşkanı Jacques Chirac'ın dönemini özleyenlerin oranı yüzde 70'i geçti. Sarkozy'den memnun olanlar ise yüzde 40'ın altında.
Bu eza ve ceza Fransa'ya yeter de artar bile.