Anlaşıldı; hukuk devletinden, hukukun üstünlüğünden daha çok ve daha sık söz etmemiz gerekecek.
Çünkü Türkiye yasalarından ölüm cezasını temizledi ama her gün birileri darağacına çıkarılıyor.
Çünkü Türkiye'de recm hiçbir zaman uygulanmadı ama her gün birileri ölümüne taşa tutuluyor.
Üstüne basa basa belirtelim: Demokrasinin temellerine dinamit koymaya, rejime komplo kurmaya, anayasal düzeni zorla yıkmaya kalkanlar yasaların öngördüğü en ağır cezaya çarptırılmalılar.
Çarptırılmalılar ki, 1960 ihtilaliyle açılan ve muhtıralarla, darbelerle, postmodern darbelerle süregelen kalkışmaların sorumlularından "Hesap soramama" ayıbı ve utancı kesinlikle sona ersin. Türkiye'nin demokrasi tarihinde tertemiz bir sayfa açılsın. Ancak...
Gerisini Türkiye'nin en önemli hukukçularından, herkesin saygı duyduğu ve güvendiği Yargıtay Onursal Başkanı Prof. Dr. Sami Selçuk getirsin. Ankara'da yayınlanan oldukça kaliteli "Barem" dergisinin son sayısında bakın neler diyor:
"Hukukun üstünlüğü ilkesini özümsemiş bir toplum, yargının önüne gelen davalarda susarak, değerlendirmeler yapmadan, sabırla sonucu bekler, yargıçların yerine geçerek karar verenleri bağışlamaz ve susturur. Aylardan beri Türkiye'de üçbeş kişi yargıç kesildi; durmaksızın kanıtları değerlendiriyor ve yargıçların yerine geçerek hüküm kuruyor. Akıl alacak gibi değil.
Bırakın hukukun üstünlüğü ilkesini özümsemeyi; iyi algılayabilmiş bile değiliz. Hepimiz sınıfta kaldık.
Açın televizyon kanallarını, dinleyin. Ergenekon yandaşları, sanıkları ve kuşkuluları yargılıyor; Ergenekon karşıtları da savcıları, yargıçları.
Bu yaklaşımların sahipleri davaya Ergenekon dediler. Hayır; Ergenekon diye bir dava yok. Sadece 'Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti'ne karşı başkaldırı' suçu ve davası var. Davanın hukuki adı bu. Siyasi adı ise Ergenekon.
Demek, davayı siyasileştirme daha işin başında ona Ergenekon adını koyanla başladı. Bu adla birlikte kimileri sanki bir Börtüçine (Not: Destandaki erkek kurt) peşindeler.
Hukuk bilinci olmazsa...
Bugün Türkiye, 115 yıl sonra bir Dreyfüs Davası olayını yaşıyor. Toplum ikiye bölünmüş. Olaydaki hukuksal yanlışlıklara değinenleri 'Davayı sulandırmak isteyen ordu yanlıları', bunları dile getirmeyenleri ise 'Ordu karşıtları' diye göstermek, karalamak sığlıktır. Böylesine sığ bir anlayış, hukuk bilincinin bulunmadığı toplumlarda görülür.
Hukukun üstünlüğü ilkesine yaslanan bir düzende şu yanlışlıklara, çarpıklıklara rastlanamaz:
* Birincisi yargıya karışma çabaları. Sözgelimi 'Asker neden susuyor' deniliyor. Asker davaya el atması, suç işlemesi için kışkırtılıyor. Bu duruş, demokrasi adına utanç vericidir.
* İkincisi, yüksek kattakiler suç işle(ye)mezler diye bir doğa yasası yoktur. Hukukun önünde herkes eşittir, kimseye ayrıcalık tanınamaz. Hukukta hukukun üstünlüğü ilkesi vardır, üstünlerin hukuku diye bir ilke yoktur.
* Üçüncüsü, suçun hukuka aykırılık öğesini, sadece hukuka uygunluk nedenleri kaldırabilir. 'Her ülkede benzer örgütlenmeler var' denilerek suç meşrulaştırılamaz.
* Dördüncüsü, 'Devleti darbecilerden kurtarma güdüsü'nün özü, saiki siyasaldır. Yargının böyle bir güdüyle davranması söz konusu olamaz. Yargının işi, devleti kurtarmak değil, yazılı hukuku doğru yorumlayıp uygulamaktır. Elbette bir suç sözkonusuysa. O nedenle hiçbir davanın dışardan gazeller okunarak, buyruklar verilerek ne önü kesilebilir, ne de yargının kararı bunlardan etkilenir.
* Beşincisi, kimilerince savcıların, yargıçların 'Kral çıplak!' demeleri için yürekli olmaları isteniyor. Hayır, gerek yok. Görevlerini yaparken sağlam ve ödünsüz bir görev bilinciyle yasalara uymaları ve onları uygulamaları yeterlidir. Bunun için de yürekli olmaya gerek yoktur.
* Altıncısı, görevini yasal çerçevede yapan bir savcının, yargıcın ne yasama, ne de yürütme organının desteğine ihtiyacı vardır.
* Ve nihayet, McCarthy'cilik, düşünce toplantılarına katılan herkesten kuşkulanma, insanları da yıpratır, toplumu da. Yargıyı da çürütür. Kuşku üzerine yargı kurulamaz."
Romalı senatör, hatip ve düşünür Cicero'nun sözüyle noktalayalım: "Yargıcın cübbesi önünde silahlar susmalı."