"İktidar-medya ilişkileri için hiç de hayra alamet değil..." Sınır Tanımayan Gazeteciler örgütünün bu tepkisi iki gündür medyaya, daha doğrusu bazı gazetelere hışımla yüklenen Başbakan Erdoğan'a değil; Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy'ye.
Nedeni: Sarkozy'nin bir gazeteci hakkında hapis istemiyle ceza davası açan ilk Fransa cumhurbaşkanı olması.
Olay da şu: Fransa'nın en saygın dergilerinden "Le Nouvel Observateur" internet sitesinde Sarkozy'nin manken ve şarkıcı yeni eşi Carla Bruni ile evlenmeden sekiz gün önce kendisini terk eden eski karısı Cecilia'ya cep telefonuyla "Geri dönersen her şeyi iptal edeceğim", yani "Bu ilişkiyi hemen bitireceğim" SMS mesajı çektiğini iddia eden bir haber yayınlanması.
Sarkozy bunun üstüne manevi tazminat talep etmek yerine "Sahtecilik ve asılsız olduğunu bile bile yalan haber yayınlamak" iddiasıyla Fransız Ceza Yasası'nın 441'inci maddesine dayandırdığı bir dava açtı. Bu madde 3 yıla kadar hapis ve 45 bin avroya kadar da para cezası öngörüyor.
"Bumerang" etkisi
Aslında Sarkozy kendi kurduğu tuzağa düştü. Medyada hep ön planda yer almaya bayılan Fransa Cumhurbaşkanı bu amaçla aylar boyunca özel yaşamını bile kamusallaştırmaktan çekinmedi. Sonunda iş bazı Fransız meslektaşlarımızın ifadesiyle "Erotik demokrasi" boyutlarına kadar vardı. Kamuoyu araştırmalarında hiçbir selefinin karşılaşmadığı kadar kısa sürede ve paraşütsüz düşmenin getirdiği öfkeyle de medyayı hedefi yapıverdi. Böylece medyatik cumhurbaşkanı bir anda medya düşmanı cumhurbaşkanı haline geliverdi.
Ama bir kez kontrol yitirilirse, ipin ucu elden kaçırılırsa işin nereye kadar varacağını kestirmek iyice güçleşir. Sözde Sarkozy'nin imajını düzeltmek için Elysee Sarayı'na gelin gitmesinden bu yana ilk kez röportaj veren eşi Carla Bruni de sinirlerine hâkim olamadı ve "Le Nouvel Observateur" dergisinin sitesi için, "Bu tür gazetecilik, İkinci Dünya Savaşı'ndaki Nazi işbirlikçilerinin yöntemlerine benziyor" deyiverdi. Röportajın yayınlanmasıyla birlikte hatasını anlayıp hemen özür bildirisi yayınladı ama ne fayda...
Şimdi Fransız gazeteci örgütleri bildiri üstüne bildiri yayınlıyor, Sarkozy'yi "Güç gösterisi yapmak"la, "Medyayı sindirmeye çalışmak"la suçluyor, "Basın özgürlüğünün tehdit altında olduğunu" belirtiyor.
Basın özgürlüğü notumuz
Fransa'daki gelişmelerle kesinlikle benzerlik göstermese de (Sarkozy özel hayatına müdahaleyi gerekçe yaparak medyaya gözdağı vermeye çalışıyor) Başbakan Erdoğan'ın üst üste iki gün "Bir kısım basın"ı hedef tahtası yapması da, Sınır Tanımayan Gazeteciler'in ifadesiyle söylemek gerekirse, "Pek hayra alamet değil."
Öfkenin de bir "Hitabet sanatı" olduğunu söyleyerek meslektaşlarımızı alabildiğine hırpalamasını, en azından kantarın topuzunun kaçması olarak görüyoruz.
Tamam; eleştiri hakkının sınırları zorlanmış olabilir. "Uyarı" hakkı "Meydan okuma"ya dönüştürülmüş de olabilir. Ancak Erdoğan'ın denetimle görevli "Dördüncü Kuvvet" felç olursa diğer üç kuvvetin ya da erkin de bundan son derece olumsuz etkileneceğini, dahası demokrasinin mekanizmalarının paslanabileceğini göz önünde bulundurması gerekir.
Bakın, Sınır Tanımayan Gazeteciler örgütünün 2007 yılı raporunda "Basın özgürlüğü" sıralamasında Türkiye 169 ülke arasında 101'inci sırada gösterildi. Namibya, Yeşil Burun Adaları, Togo, askeri cunta yönetiminden yeni çıkan Moritanya, Tanzanya, Madagaskar, Mozambik, Moğolistan, Botsvana, Haiti, Katar, Kongo, Kamboçya, Angola, Fildişi Kıyısı gibi bağımsızlıklarını kazanmaları 20-30 yıl öncesine, demokrasiye geçmeleri 10 yılın ötesine geçmeyen ülkeler bile basın özgürlüğünde Türkiye'nin önünde yer alıyorlar.
Bu yaralı imajımızın Erdoğan'ın çıkışlarıyla daha da örselenmesi en azından Türkiye'nin çıkarına değil. Çünkü dü şünce, ifade ve basın özgürlüğünü Kopenhag Kriterleri'nin kalbine yerleştiren AB ile ilişkilerimize ciddi zarar verebilir.