Türkiye tuhaf bir süreçten geçiyor. Halkın yükselen Batı düşmanlığı (Haydi yumuşatmak için "Batı karşıtlığı" diyelim) nedeniyle her gün biraz daha içine kapandığı dönemde, Cumhuriyet tarihinin belki de en dışa açık hükümeti tarafından yönetiliyor.
Ve iyi ki, Başbakan Erdoğan ve ekibi, Türkiye'yi tehlikeli sulara sürükleyebilecek bu rüzgarlardan etkilenmiyor.
Hükümetin her zeminde, her platformda ve her kıtada Türkiye'yi hak ettiği konuma getirmeye dayalı politikası çerçevesinde, Başbakan Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Babacan, 8-9 Aralık tarihlerinde Lizbon'da düzenlenen 2'nci AvrupaAfrika Zirvesi'ne katıldılar.
Portekiz, AB dönem başkanı sıfatıyla 53 Afrika ve 28 Avrupa ülkesini buluşturmayı başardı. Tek fire İngiltere oldu. Başbakan Gordon Brown yaklaşık 10 yıldır ekonomik, siyasal ve diplomatik ambargo uyguladığı Zimbabve Devlet Başkanı Robert Mugabe'nin Lizbon'a çağrılmasına protesto için zirveyi boykot etti.
Kahire'den Lizbon'a
Avrupa-Afrika Zirvesi'nin ilki 3-4 Nisan 2000 tarihlerinde Kahire'de yapıldı. O sırada Portekiz yine AB dönem başkanıydı. Türkiye'nin davet edilmediği Kahire'de iki kıtayı buluşturan randevunun belirli aralarla tekrarlanması kararlaştırıldı ve ikincisinin 2003'te yapılması kararlaştırıldı.
Ama yapılamadı. Zimbabve pürüzü nedeniyle. Diktatör Mugabe gerçek yüzünü göstermeye başlamıştı: Muhaliflerini tutuklatıyor, hatta öldürtüyor, Beyazlar'ın (İngilizler) mallarına el koyuyor, "Yabancı düşmanlığı"na dayalı ırkçı politikasıyla halka işsizliği (Yüzde 82!), açlığı, enflasyonu (Yüzde 6 bin!) unutturmaya çalışıyordu.
Ama Portekiz yılmadı, yıllar süren çabalarıyla ikinci zirveyi yeniden kendi dönem başkanlığında ve ev sahipliğinde gerçekleştirmeyi başardı.
Peki Portekiz'in Afrika'ya bu özel ilgisi nereden kaynaklanıyor? "Vicdani duyarlılık" diye yanıtlıyorlar. Kanmayın. İşin aslı "Vicdan azabı".
Çünkü Portekiz, Avrupa'nın ilk sömürgeci ülkesi olarak Afrika'nın kaderini mahvetti. Daha 1300'lerin sonlarında Prens Denizci Henri'nin filosuyla Batı Afrika kıyılarında cirit atmaya başladı. Bunu 1497'de Vasco de Gama'nın başlattığı seferler izledi.
Ve Portekiz işte bu seferler sonucu Afrika'nın fildişi ve altın ticaretinde tekeli ele geçirdi. Asıl önemlisi "Köle ticareti"ni keşfetti. Başta yılda ortalama 800 Afrikalı kaçırılıp işgücü açığını kapatmak için Portekiz'e getiriliyordu. Sömürge imparatorluğunu Atlantik'in öte yakasına genişletip Brezilya'yı da ele geçirince, bu uçsuzbucaksız toprakları işlemek için yüzbinlerce Afrikalı köle yapılıp oraya taşındı. Onu diğer sömürgeci güçler, İngiltere, Fransa, İspanya, Hollanda ve Belçika izledi.
Geçmişin yaraları
Kölelik ne zaman yasaklandı dersiniz; 1885'teki Berlin Kongresi'yle. O toplantıya Afrika'daki toprakları nedeniyle Osmanlı da katıldı.
İşte Berlin'den 122 yıl sonra Türkiye yeniden Avrupa gücü olarak Afrika'ya el uzattı.
Afrikalılar'ın Türkiye ile alıpveremedikleri yok ama Avrupa'nın diğer ülkelerine mesajları açık: "Petrol, uranyum ve akla gelebilecek her türlü madenlerimiz iştahınızı kabartıyor. Onları Çin'e, ABD'ye kaptırmamak istiyorsunuz. Ama önce sömürgeci geçmişinizin Afrika'da bıraktığı onarılmaz yaraları kabul etmeniz, bellek çalışması yapmanız gerekiyor."
Avrupalılar ise "Geçmişe değil geleceğe bakalım" diye kıvırtıyorlar. Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy örneğinde olduğu gibi, özür dilemeye bile yanaşmıyorlar.
Bu hafta sonunda, 14-15 Aralık'ta, bu kez AB Zirvesi yapılacak. Bakalım Sarkozy-Merkel takımı Afrikalılar'a verdikleri öğüdü kendilerine de kriter yapıp Türkiye ile ilişkilerde geleceğe mi bakacaklar, yoksa bir kez daha ikiyüzlülüğün şaheser örneklerinden birini mi sergileyecekler? Hep birlikte göreceğiz.