Başbakan Erdoğan'la birlikte AB dönem başkanlığının son günlerini doldurmakta olan Portekiz'in başkenti Lizbon'dayız. Ziyaretin nedeni: 2'nci AB-Afrika zirvesi.
Türkiye'nin AB üyeliğine içtenlikle destek veren Portekiz, çok büyük olasılıkla son kez üstlendiği dönem başkanlığında bunu kanıtlamak, daha doğrusu gereği olan jesti yapmak için çok çaba harcadı.
(Not: 19 Ekim 2007'de Avrupalı liderler tarafından Lizbon'da imzalandığı için "Lizbon Anlaşması" diye de bilinen ve Fransa ile Hollanda'daki referandumlarda reddedilmesi yüzünden rafa kaldırılan "AB Anayasası"nın yerini alacak "Basitleştirilmiş/Sadeleştirilmiş Antlaşma" veya "Mini Anayasa" 2014'te yürürlüğe girince "Dönem Başkanlığı"na son verilecek.)
Evet, Portekiz, tüm hazırlıkları tamamlanmış 5 müktesap başlığından hiç değilse 2'sinin müzakereye açılması için gerçekten elinden geleni yaptı. Ancak Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy geçit vermeyince eli böğründe kaldı. Çünkü bir dediği diğerini tutmayan Sarkozy, yeni başlıkların açılmasını Avrupa'nın geleceğini, hedeflerini ve sınırlarını tartışmasını, hatta belirlemesini istediği "Akil Adamlar Komitesi"nin kurulması koşuluna bağlayınca, Türkiye-AB müzakereleri tam anlamıyla bloke oldu.
"Akil Adamlar Komitesi" oluşturulması herhalde 14-15 Aralık'taki Brüksel zirvesinde karara bağlanacak. Ama bu kurulun oluşturulması kararından sonra Sarkozy ambargosunu kaldırsa bile, AB dönem başkanı Portekiz'in Türkiye'yle müzakerelerde başlık açmayı başarması bir hayli zor. Zira, AB zirvesinden sadece bir hafta sonra Avrupa'da Noel, ardından yeni yıl tatili başlayacak. Türkiye'de de Kurban Bayramı ve sonrasında yılbaşı tatili. O yüzden çok büyük olasılıkla dosyalar 2008'in ilk yarısının dönem başkanı Slovenya'ya devredilecek. (Not: Yeni yılın ikinci yarısında işimiz daha da zorlaşacak; dönem başkanlığı şimdiden son derece iddialı biçimde hazırlanan Fransa'ya geçecek!)
"Akil Adamlar Komitesi"ne Brüksel zirvesinde yeşil ışık yakılacak yakılmasına ama bu kurulun Sarkozy'nin amaçlarına veya niyetlerine hizmet etmeyeceği, edemeyeceği şimdiden anlaşıldı. Başta İngiltere, İtalya, İspanya, Portekiz, İsveç, Finlandiya olmak üzere AB üyelerinin çoğu ve AB Komisyonu var güçleriyle frene bastıkları için.
Onların bastırması sonucu, kurulacak komitenin Avrupa'nın sınırlarını tartışamayacağı, AB'nin hedefi, vizyonu ve başta genişleme olmak üzere temel politikalarını ele alamayacağı neredeyse kesinleşti. Sadece enerji, göç, güvenlik, savunma gibi alanlarda yol gösterici, bağlayıcı olmayan önerilerde bulunabilecek.
"Mare Nostrum" şekeri
Bu durum Sarkozy'yi -Almanya Başbakanı Angela Merkel'in açık desteğiyle-Türkiye'yi imtiyazlı ortaklık statüsüne razı olmaya zorlamak için yeni arayışlara götürür mü? Örneğin 2008'de liderler zirvesi çağrısı yaptığı "Akdeniz Birliği"ne daha sıkı sarılmaya yönlendirir mi? Yakında, AB zirvesinden sonra ya da en geç yeni yılın ilk haftalarında anlarız.
Ancak "Akdeniz Birliği"ne mesafeli, hatta kuşkuyla bakan AB üyelerinin çoğu, AB Komisyonu ve Avrupalı aydınlar kervanına "Mare Nostrum"un (Latince'de "Bizim Deniz" demek; Romalılar'ın Akdeniz'e verdikleri ad) güney kıyılarının, Magrip'in (Fas, Tunus, Cezayir) aydınları da katıldı. Aynı şekilde sözkonusu ülkelerin hükümetleri ve siyasetçileri de Sarkozy'nin bizzat gidip anlattığı projeden somut, dişe dokunur bir şey çıkarabilmiş değiller.
Kısacası projenin içi boş. "İtsimi arkadan gelsin" anlayışıyla ortaya atılmış bir "Fikir", o kadar. Tıpkı Türkiye için biçilen diğer elbisenin, "İmtiyazlı Ortaklık" kavramının içinin de yıllardır bir türlü doldurulamaması gibi.
Ne var ki, bu soyut kavramlar, bu sanal engeller, AB yolculuğumuza artık ciddi biçimde zarar veriyor. En azından çağdaş demokrasi, haklar ve özgürlükler düzeyine ulaşmamız için zorunlu olan reform sürecini adeta kasten engelliyor, hatta sabote ediyor.