Avrupa Parlamentosu çatısı altında bir kez daha (2004'ten bu yana üçüncüsü) Kürt Konferansı düzenlendi.
Hiçbir itirazımız yok. Ana konusu "Barış, Diyalog ve Adalet" olan iki günlük konferansta gerek konuşmacıların dile getirdikleri, gerekse nihai bildiride yer alan birçok görüşü de içtenlikle destekliyoruz.
Örneğin, "Düşünce özgürlüğü önündeki engellerin kaldırılması", "Seçim barajının düşürülmesi", "Yeni sürecin önemsenmesi ve çatışmaların yeniden alevlenmesinin önlenmesi", "Yeni ve sivil bir Anayasa hazırlanması" gibi...
Hatta Prof. Dr. Doğu Ergil'in "Vatandaşlık yeniden tanımlanmalı" önerisini de, Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir'in "Ankara yetkisini yerel yönetimlerle paylaşmalı" görüşünü de tartışmaya değer buluyoruz.
Ancak yine bazı konuşmacıların ortaya attıkları, sonuç bildirgesine de giren Türkiye'nin "Ulusal Azınlıkların Korunması İçin Avrupa Konseyi Çerçeve Sözleşmesi"ni imzalaması talebine kesinlikle katılmıyoruz.
Katılmak bir yana, Kürt politikacıların her fırsatta vurguladıkları, o konferansta da sık sık tekrarlanan "Hepimiz devletin eşit sahibiyiz, eşit ortağıyız" gerçeğiyle de asla bağdaştıramıyoruz. Çünkü:
1-Bu sözleşme, Türkiye'nin kuruluş belgesine, Lozan Antlaşması'na aykırı. Antlaşmada, Türkiye'nin ulusal azınlıkları olarak sadece Rumlar, Ermeniler ve Museviler sayılıyor.
2-Bu sözleşme Kürt vatandaşlarımızı Türkiye Cumhuriyeti'nin asli ve kurucu unsuru olmaktan çıkarıyor.
3-Bu sözleşme Türkiye içinde özerk bölge veya bölgelerin yaratılmasını öngörüyor.
Tuhaf. Bu talebi diline ilk dolayan AB Komisyonu oldu. 1998'den bu yana yayınladığı İlerleme Raporları'nın hepsinde aynı cümlelerle Türkiye'ye en hafif ifadeylesitem etti:
"Türk otoritelerine göre 1923 Lozan Antlaşması'nda sayılan gayrimüslim azınlıkların dışında Türkiye'de azınlık yok. Türk makamları bir Kürt azınlığın varlığını kabul etmiyor. Türkiye henüz Ulusal Azınlıkların Korunması için Avrupa Konseyi Çerçeve Sözleşmesi'ni imzalamadı..."
Suni azınlık merakı
Konu hiç kuşkusuz 8 Kasım'da yayınlanacak 2006 İlerleme Raporu'nda da benzer ifadelerle yer alacak. Zaten Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi'nin kabul ettiği "Kürt raporu" ile Avrupa Parlamentosu'nun Türkiye raportörü Camiel Eurling'in raporunda bunun mesajları verildi. Türkiye'den bu sözleşmeyi onaylamasını isteyenler, nedense "Fransa neden ısrarla ve kararlılıkla onaylamayı reddediyor" sorusunu yanıtlamaktan kaçınıyor.
Türkiye'nin dirliğine-birliğine saygı duyduğunu, AB'nin bölen değil birleştiren bir proje olduğunu söyleyen Avrupalılar'ın, bir yandan da Kürtler'le başlayıp Aleviler'le devam eden "Suni azınlıklar" yaratma takıntısına en güzel yanıtı Türkiye İnsan Hakları Kurumu Başkanı Nevzat Helvacı veriyor. İşte onun "Azınlıklar ve İnsan Hakları" yazısından bir bölüm:
"Türkiye'de yaşayan Kürtler azınlık değil, Türkler kadar bu ülkenin ve devletin sahipleridir. Uygulamadaki kötü örnekler bu gerçeği değiştirmez, eşitliğin özünü ortadan kaldırmaz. Onlar tüm yurttaşlarla eşit haklara sahiptir. Olumsuzlukları gidermek için, azınlık statüsüne sığınmak gerekmez. Bu bir demokratikleşme sorunudur, özgürleşme sorunudur, insan haklarının eksiksiz olarak yaşama geçirilmesi sorunudur. Bu yalnız devlet için değil, insanlar için de geçerlidir. Halen aşiret reisinin, şeyhin, toprak ağasının güdümündeki insanlardan özgür birey, bilinçli yurttaş yaratma sorunuyla yüz yüzeyiz."
Başka söze gerek var mı?