Gelin, bugün "Şeytanın avukatlığını" yapalım. Veya birazcık oyunbozanlık...
Lübnan'daki BM Barış Gücü'ne katkıda bulunacak ya da bulunması beklenen Avrupa ülkelerinden Fransa ve İtalya'da askerlik hizmeti zorunlu değil.
Yani Fransa ve İtalya'dan Lübnan'a dolgun maaş karşılığı gönüllüler, bir başka deyişle "profesyoneller" gönderilecek.
Tıpkı Irak'ta savaşan Amerikan ve İngiliz askerleri gibi.
Ölürlerse ailelerine yüklü bir sus payı ödenecek, yaralanırlarsa kendilerine.
Üstelik "para" tek teşvik unsuru değil. Örneğin ABD'nin Irak'a gitmeyi kabul edenlere uyguladığı promosyonlar var: Yeşil kart vermek, fazla bekletmeden Amerikan vatandaşlığına geçme hakkı tanımak gibi.
Zaten o yüzden Irak'taki kayıplar (3 bine yaklaştı) ABD toplumunda sanıldığı kadar infial yaratmıyor. Çünkü ölenlerin çoğunluğu Amerikalı veya Amerikan yurttaşı değil. Ülkeye kaçak yollardan girmiş, daha sonra durumunu yasallaştırmak, oturma izni almak için başvurmuş göçmen adayları.
ABD ve İngiliz ordularının "lejyoner" diyebileceğimiz bu askerlerinin ölümlerinin kamuoyunda kıyamet koparmamasının bir nedeni daha var:
Hepsi de gönüllü olarak, tüm tehlikeleri göze alarak gidiyorlar. Orduya katılanlar "iş" veya "hizmet" sözleşmesini imzalarken, Azrail'in ya da eski Yunan'ın ölüm tanrısı Hades'in omuzlarına tünediğini biliyorlar. Üstelik sözleşmede bu olasılık açıkça ifade ediliyor: "Kabul ettiğim görevin tehlikeler içerdiğini bilerek, canlı dönemeyebileceğimin tamamen bilincinde olarak..."
Buna karşılık, Türkiye'de askerlik hem zorunlu bir hizmet, hem de onurlu bir görev.
Lübnan kutsal görev mi?
Peki, bu kutsal görevin kapsamına, Türkiye'nin doğrudan taraf olmadığı, yani savaşmadığı yurt dışındaki tehlikeli misyonlar giriyor mu?
Konuyu önemsiyoruz. Çünkü, Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanunu'nda görev şöyle tanımlanıyor: "Askerlik, Türk vatanını, istiklal ve cumhuriyetini korumak için harp sanatını öğrenmek ve yapmak mükellefiyetidir. Bu mükellefiyet özel kanunla vaz'olunur."
Lübnan'a gönderilecek erattan (subayları saymıyoruz; çünkü onlar profesyonel) bir veya birkaçının bu tanıma dayanarak, hatta inancını veya dünya görüşünü gerekçe göstererek, sevk kararını ya da emrini reddetmesi mümkün olabilir mi?
Galiba çok zor. Zira her ne kadar yine aynı yasada haksızlık iddiasıyla "Şikayet" hakkı tanınmış olsa da, Askeri Ceza Kanunu açısından bu tür direnişler birçok suçun kapsamına girebiliyor: "Milli mukavemeti kırmak", "Vazife ve memuriyete gitmemek", "Askerlikten soğutmak" ve elbette "İtaatsizlik".
Oysa Lübnan'daki görev, herkesin kabul ettiği gibi, tehlikelerle dolu olacak: Hizbullah'la karşı karşıya gelmek, milislerin tahrik amaçlı saldırısına uğramak veya hedefi olmak, "Meşru savunma" için silaha sarılmak gibi...
Tüm bu koşullar bizde masum bir merak uyandırdı: Lübnan'a asker gönderilmesine karar verilirse, adaylar silah altındaki yükümlüler arasından nasıl seçilecek? Gönüllülük ilkesine göre mi, yoksa Genelkurmay'ın talimatlarına göre mi?
Biz vicdanları biraz olsun rahatlatmak için birliğin gönüllülerden oluşturulmasının doğru olacağını düşünüyoruz.
Yeterince gönüllü bulunamazsa pekala teşvik sistemi uygulanabilir. Örneğin, yüklü maaş veya ödenek verilmesi, Lübnan'da bir günlük hizmetin 2 günlük askerliğe sayılması gibi...
Tabii dileğimiz bunlara gerek kalmaması. Lübnan'ın yaklaşanı yutan bir kara delik olduğunun görülmesi ve "Biz bu işte yokuz" denilmesi...