Lübnan'a asker gönderilmesi olasılığı, Türkiye'yi yeniden ünlü 1 Mart 2003 tezkeresi öncesindeki tartışmalı -ve gergin-günlere götürüyor.
Her ne kadar dün Başbakanlık'taki toplantıdan sonra yapılan açıklamada henüz karar verilmediği belirtilmiş olsa da, Lübnan Başbakanı Fuad Sinyora'nın "BM Barış Gücü'ne Türkiye'nin de birlik göndereceğini" öne sürmesi, başkenti ve kamuoyunu karıştırmaya yetti:
Ana muhalefet CHP sıcağı sıcağına, böyle bir girişime şiddetle karşı çıkacağını ilan etti.
Önemli sivil toplum örgütlerinin ve etkin isimlerin yer aldığı bir grup "Türkiye'nin Ortadoğu batağına çekilmesi"ne karşı kampanya başlattı.
Mitingler, protesto gösterileri, afişlemeler, internet ve cep telefonlarıyla mesaj yağdırma türü eylemler de herhalde yolda...
İktidar sözcüleri şimdilik suskun. Meclis tatilde olduğu için, milletvekillerinin eğilimi de bilinmiyor. Ancak "Asker gönderme" kararı alınırsa, Anayasa'nın 92'nci maddesi uyarınca konu bir tezkereyle Meclis'e havale edilince, tıpkı 1 Mart oylamasında olduğu gibi, AK Parti'de ciddi çatlaklar ortaya çıkacağını tahmin etmek zor değil.
Çünkü BM Barış Gücü, Lübnan'a tatile gitmeyecek. Güvenlik Konseyi'nin 1701 sayılı kararı, gönderilecek Barış Gücü'nün (FINUL) ateşkesi ihlal edenlere ya da kendisine yönelik bir saldırıya silahla karşılık vermesini öngörüyor. Ayrıca Litani ırmağından Lübnanİsrail sınırına kadar uzanan bölgede Barış Gücü birlikleri ve Lübnan ordusu dışında silahlı hiç kimse kalmamasını sağlamak da görevleri arasında.
Tüm bu görevler Hizbullah'ın Güney Lübnan'dan çekilmesini, silahlarını teslim etmesini hedefliyor. Oysa Hizbullah sözcüleri Lübnan hükümetine daha ilk günden resti çektiler: "Silahlarımızı asla teslim etmeyeceğiz. Bulursanız alırsınız!" Bu, Şii örgütün "Gerektiğinde yeniden kullanmak üzere" silahlarını gizleyeceği anlamına geliyor.
İsrail de bu reste "BM Barış Gücü, Hizbullah'ı silahsızlandırıp bölgeden uzaklaştıramazsa Güney Lübnan'a döneceğini" ilan ederek, restle cevap verdi.
Dalgalara dayanmak
Tüm bunlar BM Barış Gücü'nün Hizbullah'la bir şekilde karşı karşıya gelmesi ya da iki ateş arasında kalması olasılığının son derece güçlü olduğunu gösteriyor.
Dahası İsrail ile Hizbullah arasında çatışmalar yeniden başlarsa, bu kez Lübnan'la sınırlı kalmayacağını, Suriye ve İran'ın da katılmasıyla "Bölgesel savaş" a dönüşeceğini de herkes kabul ediyor.
Özetle, Güney Lübnan'da olası Türk birliğini, Afganistan ve Somali'dekinden de tehlikeli bir misyon bekliyor.
Tüm bu etkenler sonucu, Meclis'teki görüşmelerde iktidar milletvekilleri, sadece kamuoyunun değil, dayandıkları tabanın da göğüslenmesi çok güç baskılarıyla karşılaşacak. Elbette bu riskleri dengeleyen ya da azaltan gerekçeler sıralanabilir:
*BM Barış Gücü'ne Fas, Endonezya, Malezya gibi Müslüman ülkelerin de asker vermeleri gibi...
*Türkiye'nin Lübnan'a asker göndermesinin "Medeniyetler barışı" misyonunun gereği olduğu gibi...
*Lübnan'da barışın sağlanmasına katkıda bulunmanın, Osmanlı'dan kalan bir tarihi ve vicdani görev olduğu gibi...
*Hatta -BM Gücü'nün ezici çoğunluğunu Avrupa ülkeleri sağlayacağı için-Türkiye'nin AB ile kader ortaklığının somut bir örneğini oluşturacağı gibi...
Ama tüm bu "Hafifletici nedenler" hükümeti cesaretlendirmeye, daha önemlisi iktidar milletvekillerini ikna etmeye ve baskıları aşmalarını sağlamaya yeter mi?
Göreceğiz ama bizce zor. Hem de çok zor...