Türkiye ile AB arasında fiili müzakerelerin başladığı Lüksemburg'daki Kiem Konferans Merkezi, aslında bir hangar.
Afetzedelerin yerleştirildiği geçici konutların birkaç yüz kat büyüğünü düşünün, işte öyle bir şey... Ne havalandırma var, ne klima. Hamam gibi.
O hangarın mıcır kaplı avlusunun duvarları sanatçıların gözüyle AB'yi anlatan resimlerle süslenmiş. Örneğin bir resimde Milano Katedrali'nden başlayıp oradan Paris'teki Eyfel Kulesi'ne, oradan da Londra'daki büyük saat kulesine uzanan bir korku tüneli çizilmiş. Bir diğerinde lunaparklarda göğe doğru tırmanan tren var. Öyle gidiyor...
Ve AB üyesi ülkelerin bayraklarının serpiştirildiği tüm resimlerde insanların saçları diken diken veya yüzlerinden düşen bin parça.
Gecenin yarısını geçmek üzere olduğu bir saatte AB Dönem Başkanı Avusturya Dışişleri Bakanı Ursula Plassnik, AB Komisyonu'nun genişlemeden sorumlu üyesi Olli Rehn, Dışişleri Bakanı Abdullah Gül ve Başmüzakereci Devlet Bakanı Ali Babacan o hamam gibi hangarda biz basın mensuplarının önüne çıktıklarında içimiz bir tuhaf oldu: Dördü de duvar resimlerindeki tipler gibiydi; yüzler gergin, bakışlar sıkıntılı...
(Sadece Gül önüne uzatılan pusulaya göz attıktan sonra zoraki gülümsemeye çalıştı.
Pusulayı dün sabah Lüksemburg'dan ayrılmadan önce bizlerle yaptığı sohbette okudu. Şöyle bir uyarı yazılmıştı: "Hiç olmazsa kameralara bakarken tebessüm edin sayın Bakanım!")
Bu sıkıntı ve gerginlik açıklamalara ve sorularımıza verilen yanıtlara da yansıdı. Özellikle Kıbrıs, limanlar, ek protokol sözcüklerinin geçtiği sorularda...
Edindiğimiz izlenim şu: Ankara, "Rogers Planı" sendromu yaşıyor. Hani şu, 12 Eylül döneminde Yunanistan'ın NATO'nun askeri kanadına dönmesine karşılık FIR hattı anlaşmazlığının çözümünü öngören plan. Hatırlayacaksınız; Türkiye'nin vetosunu geri çekmesiyle Yunanistan, NATO'nun askeri kanadına döndü ama FIR hattı sorunu kaldı. Ege'de sık sık tekrarlanan "it dalaşları", o sorunun günümüze bıraktığı miras.
Benzer bir sonuçla Kıbrıs'ta da karşılaşmak korkusu Ankara'yı "Geri alamayacağımız şeyi vermeyiz" diye özetlenebilecek, Avrupalıların sinirlerini bozacak kadar katı bir çizgiye adeta zincirle bağlıyor.
Sıradaki gelsin mi?
Düğün yemeği bile verilmeyen zoraki nikahın ilk sabahında Dışişleri görevlileriyle sohbet ederken "İkinci başlık ne zaman açılır ve hangi alan seçilir" diye sorduk.
"Hangisi açılsa dert. Çünkü kapatılıncaya kadar akla karayı seçeceğiz" diyerek yüzlerini buruşturmakla yetindiler.
Bir sürpriz olmazsa sırada "Eğitim ve Kültür" başlığı var. Topu topu iki sayfalık "Bilim ve Araştırma" başlığındaki gerilimin katmerlisi kapıda bekliyor: Rumlar yine limanların açılması ve tanınma diye tutturacak. Ama daha önemlisi başta Fransa olmak üzere bazı ülkelerden gelen dayatmalar olacak: Kürtçe eğitim hakkı, Heybeliada Ruhban Okulu'nun açılması... Bu konuların gerek teknik, gerekse müktesebat açısından "Eğitim ve Kültür" başlığıyla ilgili olmadığı, sadece siyasi "maraza" çıkarmaktan öte bir anlam taşımadığı bilinmesine rağmen...
İki tarafta da yaygın şekilde paylaşılan, ancak müzakereleri yürüten heyetimizdeki uzmanların kesinlikle karşı çıktıkları bir kanıyla noktalayalım: Müzakerelere yıl sonuna doğru mola verilmesi olasılığı fazla. Çünkü 2007 kritik seçimler yılı olacak: Fransa'da, Hollanda'da, Türkiye'de...
Diplomatların ifadesiyle tek sorun şu: AB mi "stop" diyecek, Türkiye mi? AB mi "stop" dedirtecek, Türkiye mi?