Türkiye'nin uzun, çok uzun AB yolculuğunda Lüksemburg uykusuz gecelerin, bitmeyen pazarlıkların, krizlerin, zoraki, hatta pamuk ipliğine bağlı uzlaşmaların simgesi haline geldi.
Ya da en zor randevuların mekanı olarak nedense hep 2.586 kilometrekare büyüklüğünde, 445 bin nüfuslu bu tuzu kuru meşruti krallık (dükalık) seçildi.
Örneğin AB'nin 12-13 Aralık 1997 Lüksemburg liderler zirvesi tarihe Türkiye ile Avrupa arasındaki iplerin kopma noktasına geldiği bazılarına göre koptuğugün olarak geçti. AB o zirvede "En büyük genişleme dalgası" diye nitelenen Merkezi ve Doğu Avrupa ülkelerine kapılarını açma kararı aldı. Toplam 12 ülke. Türkiye ise özellikle Almanya Başbakanı Helmut Kohl'un baskıları sonucu sürecin dışında bırakıldı, sadece "Üyeliğe ehil ülke" gibi, göz boyamaktan öte hiçbir anlamı ve bağlayıcılığı olmayan bir formülle geçiştirildi.
AB bürokratları zirveden kapıyı çarpıp çıkan Başbakan Mesut Yılmaz'ın ağır tepkisini, altından kalkması zor iddialarını bugün bile ürpererek hatırlıyor. Yılmaz, Almanya'yı "Lebensraum" politikaları izlemekle, Doğu Avrupa'da kendine "Yaşam alanı" aramakla suçladı. Yani, Hitler politikalarını devam ettirmekle.
Dahası, Ankara'ya dönüşünde, 14 Aralık sabahı yüklü bir misilleme paketi açtı:
AB ile ilişkiler 1963 Ankara Anlaşması çerçevesinde yürütülecekti. Bir başka deyişle, Turgut Özal'ın 1987'de yaptığı tam üyelik başvurusu geçerliliğini yitiriyordu. Türkiye bundan böyle AB ile Kıbrıs, Ege ve insan hakları konularını görüşmeyecekti, siyasal konularda müzakere yapmayacaktı. Gümrük Birliği korunacaktı ama AB söz verdiği mali yardımları yerine getirmezse o alanda da yeni adım atılmayacaktı. Türkiye eski Doğu ülkelerinin NATO üyeliğini de veto edecekti.
İki yıl sonra yapılacak Helsinki zirvesine kadar sürecekti Türkiye'nin öfkesi ve AB ile arasına mesafe koyması...
100 sayfadan sadece 2'si
Bir başka "Lüksemburg hatırası", üstünden sadece 8 ay geçtiği için olanca tazeliğini koruyor : Müzakere Çerçeve Belgesi'nin kabul edildiği ve Türkiye ile müzakerelerin açılması kararının alındığı 3 Ekim 2005 gecesi...
AB'nin 25 üyesi arasındaki görüşmeler 16 saat sürdü. Avusturya imtiyazlı ortaklık için bastırdı, Fransa hazmetme kapasitesinde direndi, "Rum yönetimi "Ya bana ya bana" şımarıklığının tüm rezil örneklerini sergiledi. Dönem başkanı İngiltere Dışişleri Bakanı Jack Straw sinir krizinin eşiğine geldi.
AB'nin isteri nöbetlerinin geçmesini Ankara'da bekleyen Gül salona girdiğinde, zamanın durdurulduğu saat 00.48'i gösteriyordu.
Son ana kadar süren at pazarlığıyla işte bir kez daha Lüksemburg klasiği yaşandı dün. Aralık 2002 zirvesinde "Yeni üye adayı" olarak "Kendisinden sonra AB'ye katılacak adayların üyeliklerini önlememeyi ve genişleme sürecini geri döndürmemeyi" yazılı olarak taahhüt eden Kıbrıs Rum yönetimi bir kez daha sinekten yağ çıkarmak için her türlü çelmeyi denedi. Türkiye'yi açıkça engellemek işlerine gelmeyen AB'nin saygın üyeleri bir kez daha Rumların arkasına sığındı.
Ve tüm bunlar müzakerelerin 35 fasılın en kolayı, en sorunsuzu denilen "Bilim ve Teknoloji" başlığı için yapıldı. 100 bin sayfayı aşan birlik müktesebatının topu topu 2 sayfası için. Bazısı yüzlerce, bazısı binlerce sayfa tutan başlıkların açılıp kapanmasında yaşanacakları varın siz düşünün...
Mesut Yılmaz'ın dediği gibi, "70 milyonun kaderini 700 bin Rum'un eline teslim eden görüşme mekanizması" yapılırsa, olacağı bu.