Batı basınının KKTC seçimlerini izlemek için gönderdiği muhabirlerin tümü yazılarında ağız birliği etmiş gibi Lefkoşe için aynı ifadeyi kullandılar: "Dünyanın bölünmüş son başkenti." Seçim sonuçları adadan, başkentinden sonra Kıbrıs Türk toplumunun da tam anlamıyla ortadan ikiye bölündüğünü ortaya koydu. Bir yanda korkularını, kaygılarını aşamayanlar, öbür yanda güçleri umutlarını gerçekleştirmeye yetmeyenler. Şimdi ne olacak? Zaman da az, seçenek de. Ya muhalefet partileri CTP ile BDH seçimden önce imzaladıkları "Derviş Eroğlu ve Serdar Denktaş ile asla koalisyon yapmayacağız" protokolunu yırtıp atacaklar. Ya da iki ay sonra yeniden seçime gidilecek. Tabii, bloklardan birinin diğerinden milletvekili transfer edip çoğunluğa ulaşma olasılığı da var, ancak böyle bir gelişme ne şık olur, ne de ahlaki. Seçimler yenilenirse çözüm için, Türkler ile Rumlar'ın birlikte AB'ye girmeleri için önümüzde bulunan 4.5 aylık sürenin en az 2.5 ayı daha gidecek. Hem sonra o seçimden farklı bir sonuç çıkacağı garantisi de yok. O nedenle 4 parti ve liderlerine de, seçimin tek galibi Denktaş'a da tarihi bir görev düşüyor: Geçmişi bir yana bırakıp Kıbrıs Türkü'ne AB kapısını açacak bir formül bulmak. Yoksa 1 Mayıs 2004'ten sonra ellerinde halk da kalmayacak. Rakamlar ortada: Rum yönetiminden 9 ayda 8 bin 253 Türk pasaport, 23 bin 215 Türk kimlik ve 68 bin 594 Türk de doğum belgesi aldı. Bir başka deyişle, KKTC'de yaşayan 190 bin kişiden 100 bini Rum kayıtlarına girdi. Bu, 1 Mayıs'tan sonra 100 bin Türk'ün bireysel çözüm yoluna gideceği, yani "başının çaresine bakacağı" anlamına geliyor. Zaten Londra'daki Kıbrıslı Türk sayısı KKTC'den fazla değil mi?