Her park zıtlaşma arenası, hesaplaşma meydanı değil. Benim semtimdeki nefis bir huzur kaynağı. Orada yürürken hep iç açıcı şeyler görüyorum: top koşturan gençler, tenis oynayan komşular, çimlere uzanıp okuduklarına dalan kitap kurtları, gölgeli kuytuluklarda kumrulaşan çiftler...
Rastlaştıkça selamlaşa selamlaşa sessiz dostlarım arasına katılanlar da var: Her gün köpeğini gezmeye çıkaran ak bıyıklı, güler yüzlü bir adam. Bir de küçük kızını hep aynı saatte arabayla dolaştıran parlak sarı saçlı, hayli makyajlı, tombul bir hanım.
Ara sıra onları çocukların oyun parkındaki sıralardan birine yan yana oturmuş, gülüşerek sohbet ederken de görüyordum. Köpek yaşlı sahibinin ayaklarının dibinde uyukluyor, küçük kız mutlu kahkahalar atarak tırmanıyor, kayıyor, sallanıyordu. Baktıkça gülümsüyordum ben de.
Dün akşam yürüyüşe biraz geç çıktım. Ortalık kararırken mutat protesto gürültüsü başladı. Tek tük de olsa çevredeki apartman ve villa pencerelerinde ışıklar yanıp dönüyor, birkaç yerden tava tıngırtısı geliyordu. O da insanı gülümseten bir rutin olmakta artık.
Ama ileriden bağırtılar duyulunca irkildim. Ne göreyim yaklaşınca? Sarı saçlı tombul komşum elinde tavayla bir balkondan sarkmış, aşağıdaki ak bıyıklı "dostuna" avaz avaz çıkışmakta. Ne dediği anlaşılmıyor. Öteki ise bas baritonmuş meğer. Sözleri gümbür gümbür yankılanıyor duvarlarda:
"Yetti be, yetti! Suyunu çıkardınız! Anladık. Şu gitsin, bu gitsin. Patladınız mı? Bekleyin seçime kadar! Yoksa alimallah ben de gece yarısı davul çalacağım burada!"
Köpeği havlamaya başladı. Hızla uzaklaştım oradan. İçimde bir dal kırılmış gibiydi.
Düşünüyorum: Bu komşular bir daha yan yana oturup sohbet edebilecekler mi? Siyasal kavgalar geçer gider.
Ama bu ölümlü dünyada, şu güzel ülkede insanlar bir daha yüz yüze bakamaz duruma gelirlerse o ahmakça yanlışımız ne kadar zamanda, nasıl düzeltilir?