Adam aslında komedi olan iki baş kişili oyunda, acılı erkek rolünde. Eski millî futbolcu. Sabık "ünlü". Ama unutulmuş, kaderden silleler yemiş, karısı tarafından da terk edilince içkiye vermiş kendini.
Kızı bir bankanın avukatı. Pistonla şubelerden birinde güvenlik görevlisi diye işe soktuğu babasını ziyarete geliyor. Fare pisliğinden geçilmeyen tek odalı mezbeledeki perişanlığı görünce soruyor dehşet içinde:
"Böyle yaşanır mı, baba?"
Yanıt:
"Ben yaşamıyorum ki, kızım. Gömülmeyi beklerken kafayı çekiyorum."
Kâğıt üstünde cansız duran iki kısa cümlecik... Ama sahnedeki dev sanatçının ağzından dökülünce elektrik yüklü upuzun bir sessizlik yaratıyordu salonda.
Oyun "Ramiz ile Jülide", aktör de bugün içimiz kan ağlayarak gömeceğimiz koca Müşfik'ti. Ablasıyla birlikte sundukları ustalık şöleni sayesinde o temsiller Kenter Tiyatrosu'nun en ses getiren başarılarından biri oldu. Kupür biriktirme âdetim yoktur ama o oyunun karaborsaya düşen biletleriyle ilgili gazete ilanlarını tatlı anı diye saklarım.
Neylersiniz ki sonunda bütün anılar acıya dönüşüyor.
***
Rusya İTİ-UNESCO Merkezi Genel Sekreteri Valeri Kazanov ve rejisör Alexander Kuzin "
Ramiz ile Jülide"nin ülkelerinde Yaroslavl Tiyatrosu tarafından sahnelenmesi öncesinde oyunu İstanbul'da izlediler.
Temsilden sonra durgun bir halleri vardı; olumlu olumsuz tek kelime söylemediler. İkisinin de her zaman ateşli konuşmalarına alışık olduğum için şaşırdım. Takıldım "
Bir yerlerinize ağrı mı girdi?" diye.
Kazanov meğer gençliğinde profesyonel futbolcu olmak istermiş. "
Kenter'in oyunu tuhaf bir etki yaptı üstümde" dedi. "
Sanki canlandırdığı kişinin yaşadığı her şeyi yaşamış, sonunda aynı noktaya gelmiş gibi oldum. Dünyanın her yerinde tiyatro seyretmişimdir; inanın, böyle aktör görmedim."
Kuzin'in derdi başkaymış: "
Sözümü tartarak söylüyorum," diye ağır ağır konuştu. "
Bizde iki başrolü böyle oynayacak aktör ve aktris yok. Düpedüz kıskandım!"
***
Türkiye'de genellikle kişiler yaşarken övülmez; hatta yerilir de, öldükten sonra değerlenir. Müşfik için öyle olmadı. O sağlığında da hep alkış aldı. Ancak, sahnede yaptıklarıyla...
Bir de bunun kulisi var. Ülkesinin orada ona zaman zaman neler çektirmiş olduğunu, hele özel yaşantısındaki sürekli acıları pek az kişi bilir. Çünkü ah vah etmedi, hep dimdik durdu.
Ben şimdi ablasını düşünüyorum, sevgili Yıldız'ı. Her kardeş kaybı felakettir. Ama her şeyi sanat sayan, o her şeyi de ömür boyu bir kardeşle paylaşmış olan insan için... İlk de değil. Önce Şükran, sonra bu veda...
Darbeyi hafifletebilecek söz yok. Telefon etmek, teselli sırasına girmek gelmiyor içimden. Buradan sesleneyim.
Ağlama, Yıldızcığım. Kayıp büyükse, kazanç da büyük. Keşke hepimiz geriye bakarken "
Aferin be bize, sevdiklerimle neler yapmışız" diyebilsek!