İran olmayacağımız anlaşıldı; o umacıdan kurtulduk. Ama bize ille umacı gerek ya, şimdi yenisi çıktı: Rusya olmak korkusu.
Ne demek bu? Adını koyalım: Erdoğan'ın Putin'leşmesi. Kuracağı tek adam saltanatının demokrasiye ağır basması.
Olabilir mi? Hayır. İki nedenle.
Rus toplumu elli küsur yıllık Stalin dehşeti ve kalıntılarıyla sindirilmiş, özgürlüğün tadından habersiz, pasif suskunlar yığınıydı. Hâlâ üstünden tam atamadı yılgınlığını. Günümüz Türkiye'si ise uyanık, dinamik, cıvıl cıvıl. Kimseye saltanat kurdurmaz tepesinde.
İkinci neden, Erdoğan'ın kendisi. Saltanat kurmaya kalkmaz. Kalkmıyor.
Biliyorum, "sertleşme" örnekleri göstererek itiraz edenler olacak. Gelin konuyu önyargılarla değil de somut verilere göz atarak ele alalım.
***
Neye, niçin, nasıl
"sertleşiyor"?
Söz konusu kişinin
"delikanlı" çıkarmakla gurur duyan Kasımpaşa'da yetişmiş olduğu vurgulanmakta, bunun zorbalığa yatkınlık yarattığı ima edilmekte. Semt özelliklerine göre ahkâm keseceksek eski İstanbul'un külhanbeyleri ile ünlü kabadayıları arasındaki kritik farkı göz önünde bulundurmalıyız.
Birinciler caka diye ona buna sataşan, nerede ne kadar ileri gidebileceklerini kestiremeyen, üstün güç görünce pısan, zamanında geri adım atamadıkça dayak yiyip madara olan serserilerdi. İkinciler zorba değildiler kesinlikle. Temkinli ve gerçekçiydiler. Etkilerinin sınırını bilir, fiyaka uğruna güç kullanmaz, kendilerini onurlarının ve bölgedeki kuralların savunusu sayar, ancak o sınırlar aşılırsa sertleşirlerdi.
Erdoğan'ın hangi kategoriye yakın durduğuna karar verirken davranışlarına bakalım. Dikkat ederseniz, ilişkilere hep barışçı yaklaşımlarla başlıyor. Ters tutumla karşılaşınca bunu hem kişisel onuruna hem kurallara saygısızlık gibi görerek öfkeleniyor.
İsrail Başbakanı Olmert ile Orta Doğu barışı konusunda uzun görüşmeler yaptı. Sonuç alıcı çözüm olacağını düşündüğü formül üstünde anlaşıp el sıkıştılar. Olmert ertesi gün saldırıya geçip binlerce Filistinliyi öldürdü. İhanet saydığı olay tepesini attırdı Erdoğan'ın.
"One minute" patlamasına öyle gelindi.
Erdoğan-Esad yakınlaşması Suriye ile ilişkimizi görülmemiş pembelikte bir barış dönemine sokmuştu.
Ama Esad canavarlaştı birdenbire. Verdiği bütün sözleri nanik yaparcasına hiçe saydı. Ne nasihat işe yaradı, ne tekdir. O ülkeyle de öyle gelindi kötek aşamasına.
İçte Erdoğan yakın tarihimizin en barışçı girişimi olan Kürt açılımını başlattı. O denemenin ahmakça bir karşılıkla baltalanmasından sonra da havlu atmadı, bir süre bekledi, iyi niyetle tekrar görüşmeleri sürdürdü. Tam anlaşmaya varıldığını düşündüğü sırada kanlı bir saldırı yapıldı. Bir kere daha sigortası attı sabrının.
"Dövüşse dövüş" dedi.
Bu olayların hiçbirinde külhanbeylik ya da Hitler azgınlığı var mı?
***
Şuna da dikkat: Söz konusu sabır sigortasının teli hiç ince değil. Yani Erdoğan çok kızdığı durumlarda bile gerçekçilikten uzaklaşmamaya özen gösterebiliyor. Karşısındakinin davranışını diktatör tepkisiyle kişisel gurur konusu yapıp ülke çıkarlarıyla kumar oynamıyor.
Bir limanımızdan yine Gazze'ye yardım için yola çıkanların yanına hücumbot vermedi. İsrailliler denizde tekneyi durdurunca olay yerine uçak yollamadı.
Esad'a içerleyip, Batı gazına gelip
"Birkaç birlik le Suriye'ye dişimizi gösterelim" demiyor. Ancak akılcı ölçüler ve meşruluk içinde topluca bir uluslararası girişime katılabileceğimizi belli ediyor.
Kürtlere uzattığı barışçı el PKK saldırısıyla ısırılınca da freni kopmadı, olanca gücüyle yüklenmeye kalkmadı. Gerekli fiziksel tepki verilmekte ve önlem alınmakta tabii; ama (umarım) genişletilen demokrasi ve hazırlanan anayasa yoluyla Kürt açılımı da sürdürülecek.
Erdoğan'ın en somut zaferi sayılan vesayet kaldırılması konusundaki tutumunun farkında mısınız? Askere ne kadar saygılı davranıyor, Kürtlerin Habur'daki böbürlenme yanlışına düşmekten nasıl özenle kaçınıyor...
Komşu ülkelerin iyiliğini isterim. Keşke Rusya Türkiye gibi canlansa da, Putin biraz Erdoğan'laşsa!