Bulgar istihbaratının eski şeflerinden Dimo Stankov'un "Yeter Sustuğum" kitabında anlattığı ömür bir olay var.
İngiltere'nin Sofya büyükelçiliğinde çalışan genç bir kadının bir Bulgar genciyle gönül serüveni yaşadığını fark edince durumdan yararlanmaya kalkmış, çiftin sevişirken resimlerini çekmişler gizlice. Stankov fotoğrafları çantasına koyup kadınla konuşmaya gitmiş, kendilerine yardım etmesini önermiş, olumsuz yanıt alınca resimleri göstermiş.
İngiliz dilber ne yapmış dersiniz? Kahkahayla gülmüş, durumu elçiye bildirip ülkesine gönderilmesini istemiş, belki fikir değiştirir diye kendisini geçirmeye gelen Stankov'a vagon penceresinden alayla el sallamış.
Şimdi yargılanırken Seyfülislam Kaddafi'nin eski ilişkileri ifşa tehdidiyle şantaj yapması tehlikesinin Batı merkezlerini telaşlandırdığı haberi o olayı hatırlattı bana. Şantaj utanacak insanlara yapılır. Arlanma derdi olmayan güler geçer.
"Batı'nın ar damarı çoktan çatlamıştır" demek bile abes kaçar. Yoktur ki öyle bir damar bünyesinde. Çıkar, para, petrol metrol dediniz mi, o diyarlarda akan sular değil ya, vaftizhanenin kutsal sıvıları bile durur. Girin arşivlere. Bakın Muammer Kaddafi'ye bin bir yoldan yılışmayan kaç Batılı lider var?
Düşünün. Onlardan biri kafayı yese de, bize "Ülkenizi ziyaret edeceğim ama ben her gün taze jambon yerim, yanımda getireceğim özel domuzları Sultanahmet Meydanı'nda bir ağılda ağırlayacaksınız" dese ne cevap veririz? Sarkozy Kaddafi'nin bedevi çadırını Louvre'un önüne kurdurdu!
Yalnız hükümetler de değil çıkar için iki büklüm olanlar. London School of Economics Batı'nın en "muteber" eğitim kurumlarından biridir. Bağış karşılığında Seyfülislam'ın uyduruk doktora tezini kabul edip ona paye verdi.
Genç Dr. Kaddafi petrol çarşısında gürültüye gitmekten sıyırıp yargılanabilirse bakalım daha neler ifşa edecek?
***
Attila İlhan sapla samanın karışmasını önlemek için çok doğru bir yaklaşımla her karmaşık konuyu
"hangi" sözcüğüyle sorgulardı.
Bakın şimdi kimimiz ille
"Asker milletiz" derken başkaları da ölçüsüz genellemelerle o uğraşı kötüleyip durmakta. Oysa sormak gerek: Hangi askerden söz ediliyor?
Öyle ya, Mustafa Kemal de asker, Kenan Evren de. O uğraşı meslek edinmiş kişilerin ülke kaderine etkisi hangi türden askerin güç sahibi olduğuna bakıyor. Ona göre ileriye de gidiliyor, geriye de.
Mısır'da Mübarek devrilince devrim oldu diye sevinenler uyarıldı:
"Durun bakalım. Devrim mi, darbe mi? Orada kırk yıldır iktidarın gerçek sahibi generaller gerçekten kuzu kuzu sivillere bırakacaklar mı yerlerini?"
Uyarıyı fesatlık sayanların haklı çıkıp çıkmayacakları henüz belli değil. Şu ara Tahrir Meydanı'nda yine kıyamet kopmakta. Çünkü generaller
"Hazırlanacak anayasa bizi yaptıklarımızdan sorumlu tutmamalı, yetkileri de elimizden büsbütün almamalı" diye direniyorlar. Açıkçası, vesayet sürdürmek istiyorlar.
Size bir şeyleri hatırlatmıyor mu bu? Umarım yanılmaktayım. Ama Mısır'ın düze çıkması için hayli zaman ve çekişme gerekecek.
***
İnsan öleceğini hesaba katmalı, toplumun temel sorunlarına ilişkin bildikleri varsa zamanında açıklamalı hepsini. Bir dipnotu kayda geçireyim.
Genelkurmay İkinci Başkanı iken Orgeneral Turgut Sunalp'ın cezaevindeki Abdullah Öcalan'ı
"Bizim adamımızdır" diyerek serbest bıraktırdığı ileri sürüldü. Kendisinin nasıl adam olduğu, öyle bir davranışın akla yakın görülüp görülemeyeceği tartışılıyor.
Sunalp benim ilk eşim -Nâzım Hikmet'in baba bir, anne ayrı kardeşi- Melda'nın teyzesinin oğluydu. Binbaşı rütbesindeyken yedek subaylığımı Kore'de bir çadırı onunla paylaşarak yaptım. Siyasal konular dışında anlaşır, rahat konuşur, şakalaşırdık. Ama parti kurup başbakanlığa oynadığı dönemde köşe yazarlığımdan ötürü çıkışırken hep derin devlet sözcüsü ağzıyla
"biz" diye konuşur,
"Tepemizi attırma" gibi şeyler söylerdi. Dürüst, içten, katıksız faşistti.
Son iddiayı inanılır buluyorum.