Azıcık çocuklaşıp -ya da ilkelleşip- övüneyim mi? Attığımı vururum. Hedef kâğıdı, fotoğraf, kutlama mektubu gibi bol bol kanıtım var maalesef.
Neden maalesef?
Çünkü, dedim ya, "vurma" becerisi bir tür ilkelliktir. Hedef devirme hırsından kaynaklanır. Onun gerisinde de "göze kestirileni yok etme" içgüdüsü bulunduğu tatlıya bağlanamayacak bir gerçektir. Avcılığı hayvan vurmak için değil, spor diye yaptıklarını söyleyenler kendilerini kandırıyorlar.
Ben ailemizdeki kimi erkeklerin etkisiyle silah kültürü içinde büyüdüm. İyi temizlenmiş bir namlu en muhteşem gülden güzel görünürdü gözüme. Av tiryakiliğinden de küçük oğlumun ricasıyla ve güçlükle vazgeçtim. Onun için biliyorum:
Tüfek patlayınca yetmiş metre yükseklikteki kazın düşmesini ya da yedi yüz metre uzaklıktaki domuzun yamaçtan yuvarlanmasını seyretmek erkek ruhuna ancak saha ortasından gol atmakla kıyaslanabilecek bir zafer tadı salar. O andaki başarısızlık ise gol pozisyonunda ıskalamaya benzer bir acıdır.
***
Suikast ve terör girişimlerinin gerisinde siyasal hesaplar kadar içgüdüsel ilkellikler de bulunduğunu ilk kim dile getirdi, biliyor musunuz?
Şiddet karşıtı bir barış havarisi değil. Gelmiş geçmiş en atak devrim lideri: Vladimir İliç Ulyanov. Daha bilinen takma adıyla, Lenin.
Ondan önce Rusya'daki yarı-feodal düzeni değiştirmek isteyenler arasında terör hevesi yaygındı. Bir çar öldürülmüş, bir başkasına düzenlenen suikast önlenmiş, 17 yaşındaki Vladimir'in o girişime katılan ağabeyi yakalanıp idam edilmişti.
Lenin terörün düzen değiştirme sürecine uygun bir araç olmadığını, çoğu zaman direnç yoğunlaştırarak ters sonuçlara yol açtığını savunan yazılar yazdı, militanlarınca o yöntemin kullanımını yasakladı. Çevresine yeterince laf anlatamadı tabii: kendi henüz 48 yaşındayken bir suikastta ağır yaralandı ve bir daha sağlığına kavuşamadı.
Dünyamız da bir türlü sağlıklı bir yola giremiyor o konuda. Terör deyince akla hep bireylere işletilen şiddet suçları gelmekte. Oysa devlet terörü diye adlandırılan
"resmî" ve kurumsal kaba güç baskılarının da -hedef kesimleri bir süre sindirebilse bile- sonunda mutlaka çöküntü yarattığı çoktan anlaşıldı.
Bunun son örneğinin Kuzey Afrika'daki diktatörlük fiyaskoları olduğu söyleniyor. Şiddet yöntemlerinin başarı görünüşlü ters sonuçları da var.
Silahsız bir düşmanı
"tehditkâr davranışlarda" bulunduğu bahanesiyle (sakalını sallamış herhalde) tepeden tırnağa saldırı aletleriyle donanımlı adamlara ailesinin içinde kurşunlatmak,
"hamle eden" eşini bacağından vurmak,
"araya giren" bir başka kadını öldürmek, deniz dibine ceset saklamak, olayın tüm kayıtlarını gizlemek, yetkililerin birbirini tutmayan demeçleriyle kem küm etmek zafer midir?
***
Bizdeki başbakan konvoyuna saldırı da tam bir ıska örneği. Gökte uçmakta olan lideri otobüste sanmak, ona ateş açıp önde giden otomobildeki gencecik görevliyi vurarak karısını dul, oğlunu yetim bırakmak hem gaddarlık, hem de istihbarat ve nişancılıkta şapşallık rekoru kırıyor.
Amaç başbakana suikast değil de, söylendiği gibi
"bir mesaj vermek" ise, nedir acaba o mesaj?
"Biz varız" mı? Biliniyor saldırganların varlığı.
"Buradayız" mı? Beş altı kişinin her yere uzanıp çalı çırpı arasına büzülebilecekleri de bilinir.
"Biz göz kırpmadan insan kanı dökebilen hayvanlarız" mı? Malum!
Bu yaratıkların, uzaktan komuta aletli amirlerinin, daha uzaklardaki asıl efendilerin hesaplarına akıl erdirmeye çalışmayın. Çünkü öfke ve gerginlik artırarak nereye varacaklarını kendileri de tam bilmiyor, bocalıyor, körlemesine bir şeyler deniyorlar. Kastamonu'da değil, her yerde.
Atılan kurşunlar da, içeriği belirlenmeden verilmeye kalkışılan mesajlar da o şaşkın entrikacılara yararlı olabilecek bütün hedefleri ıskalamakta. Bizim yapmamız gereken ise belli:
Mantığımızı öfkeye yenik düşürmeden, akıl yolunu aramaktan vazgeçmeden,
"Karavana!" diyerek o yönde yürümeye devam.