Bir şeyin aşırı meraklısına hasta diyorlar ya. Ördek avcıları acınacak hastalardır. Karda, buzda, tipide çektiklerinin yanında Napolyon askerlerinin Rusya çilesi piknik sayılır.
Ben de onlardan biriydim. Menzile vakvak girecek diye beklerken donarak Niyazi olma tehlikesi geçirmiştim. Yine de her ördeğe tüfek atılmazdı. Kimisi "makbul" idi, kimisi değildi. Meke denilen türü vardı değer skalasının dibinde. Eti yenmez, yanlışlıkla vurulanı olsa kimse el sürmezdi.
Geçenlerde aslan gibi bir delikanlımız vurduğu ördek göle düşünce avını almak için suya girdi, çamura saplandı, çırpınarak boğuldu. Yandım.
O kadar değer verdiği ördeğin cinsini merak ettim. Yeşilbaş mıydı acaba, elmabaş mı? Soruşturdum. Meke imiş.
Düşünüyorum da, ne kadar boşuna harcıyorlar insanlarımız kendilerini!
***
Gitgide daha sık duymaya başladık:
"Seçim sürecine giriliyor. Çekişmeler sertleşecek."
Öyle. Kör dövüşü artacak da denebilir. Dövüşenler günden güne kızışan bir şevkle oymaya bakacaklar birbirlerinin görmeyen gözlerini. Ne uğruna?
Milletvekili koltuğu. Belki, belki bakan koltuğu.
Yakından izlemişliğim vardır öyle koltuklarda oturanlardan birçoğunun yaşantısını. Hiç imrenilecek gibi değildi. Kesinlikle değmezdi bir sürü rakiple boğuşmaya.
Birtakım değerli, eğitimli,
"akıllı" kişiler dört buçuk ay boyunca ikbal peşinde çamurda çırpınacaklar. Günden güne artan bir hoyratlıkla hırpalayacaklar birbirlerini. Kimse seslenmeyecek onlara,
"Değmez!" diye.
***
Orta Çağ Avrupa'sında nazik cellatlar varmış. Kafasını kesecekleri kurbandan özür diler, ona siz diye hitap eder,
"Lütfen şuraya çömelir misiniz?" derlermiş.
Saçma mı? Alternatifi düşünürseniz değil. Ölmek üzere olduğunu bilmenin dehşetine
"Çök ulan şuraya" diye aşağılanmanın acısı eklenirse durumun çirkinliği artar. Uygulayanı da, çevreyi de insanlıktan uzaklaştıran bir iğrençliktir zaten kafa kesme. Hayvansal niteliği koyulaşır.
Nasıl yapmanın ne yapmak kadar önemli olabileceğini anlamak için dramatik durumlara bakmak da şart değil.
"Tarz" denen davranış biçimleri dil kullanımındaki nüanslarla bile günlük yaşantının kalitesini belirler.
Hatırladıkça sinirlenirim. Birkaç yıl önce UNESCO'nun düzenlediği, yabancı konukların katıldığı bir toplantıda kürsüye gelince
"Benden önce konuşan hanım" diye başlamıştım söze. Dinleyici sıralarından hırçın bir kadın sesi yükseldi:
"Hanım değil, kadın! Kadın!"
Bağıran aydın çevrelerimizin pek değerli saydıkları bir profesördü. Meğer o sıralarda Amerika'dan kopya çekilerek yoğunlaştırılan feminizm modasının gereklerinden biri
"hanım" sözcüğünün tu kaka edilmesiymiş. (Amerika'da da
"lady" demek anti- feminist davranış sayılmıştı bir ara.) Oysa Türkçenin incelikleri vardır.
"Benden önce konuşan kadın" sözü kaba kaçar.
Geçen hafta ekranda birinin
"güzel surat" diyerek kulak tırmaladığı gibi.
***
Biliyorum, hızlı değişiklik dönemlerinde çatışmalar çetinleşir. Son yıllarda düzeni kafesleme denemeleri, deneyicileri kodesleme çabaları, komplolar, baskınlar, tutuklamalar, duruşmalar, atışmalar gırla gidiyor ülkemizde. Gerginlik artışları normal sayılır.
Ama sert futbol oynamak başkadır, çirkin oynamak başka. Çirkinlik sertliği artırır, iş çığırından çıkar. Seçim yaklaştıkça öyle olmasından korkuyorum.
Şimdiden tartışmalarda acayip rekorlar kırılmakta. Meclis komisyonlarında sinirlenilir, kızılır, bağırıp çağırılır. Ama bayılıp koltuktan kayılır mı? Geçen gün bir üye fenalık geçirince kucaklarda götürüldü.
Edep öğütleri veren dede gibi konuşmak istemiyorum ama dayanamayıp sesleneceğim yine:
Vallahi değmez! Meke uğruna çamur güreşi yapmayın.