Fazla ihtiyatlı kişilerden hoşlanmam.
Hesapçı olur, ne kokar ne bulaşır, suya sabuna dokunmadıkları için çevredeki pisliğin temizlenmesine katkıda bulunmazlar.
Bernard Shaw ne demiş:
"Makul adam dünyaya uyar. Makul olmayan hep dünyayı kendine uydurmaya çalışır. O nedenle, bütün ilerlemeler makul olmayan sayesinde sağlanır."
Doğrudur ama makul davranıştan ayrılma da iki türlü olur. Kimi insan duruma bakar, beğenmez, çevrenin tepkisine aldırmadan düşüncesini seslendirir. Yararlıdır bu.
Bir de Fransızların "gaffeur" dedikleri tipler vardır. Başka insanlara duyarsız oldukları, düşünmeden konuştukları için boyuna çam devirirler. Özellikleri erdem değil, patavatsızlıktır.
Gerçi onların kırdıkları potların da yararı olabilir kimi zaman. Herkesin bildiği ama kimsenin dile getirmediği gerçeklerin açığa vurulmasını sağlar, havanın pusunu dağıtır.
***
Ad vermeyeceğim tabii. Kendini savunamayacak durumdaki kişilere zararı dokunabilecek açıklama yapılmaz.
Kimi öldü, kimi tutuklu, kimi kaçak. Çoğu dostum, en azından arkadaşım. Hiçbiri kötü insan değil. Uzun uzun ve içtenlikle konuşmuş olduğumuz için, inandıkları ilkelere kendi maddi manevi çıkarlarından fazla değer verdiklerini biliyorum kesinlikle. Ama şunu da biliyorum: hepsi
"iyi niyetli darbeci". Ya da öyle idiler.
Çünkü yeterince bilinçlenmemiş yığınların doğru kararlar veremeyeceğini, onların daha bir süre akıllı ve sevecen seçkinler tarafından yönetilmeleri gerektiğini düşünüyorlardı. (Benim de bir zamanlar kelle koltukta bağlandığım ilkeler temelde aynı yola çıkar.)
Artık her şeyi apaçık konuşmak şart. Tutumların dürüstçe yeniden gözden geçirilmesi ancak öyle sağlanır.
Pekala biliyoruz ki CHP seçmenlerinden, referandumda hayır diyenlerden, Cumhuriyet mitinglerine katılmış ve katılacak olanlardan bir bölümü bugün de Süheyl Batum gibi düşünüyor;
"Keşke ordu aptal yüzde altmışın oylarını geçersiz kılsaydı da İranlaşmamız durdurulsaydı" diyorlar içlerinden.
Süheyl Bey'in dilinin altındaki baklanın çıkmasının yararı var. Konuların tartışılmasıyla, yüzde altmışın pek aptal olmadığı da açığa çıkabilir. Sonuçta gerçek aptallıklardan kaçınabiliriz belki.
***
Dün Hadi Uluengin yazdı. Batum'un ödünç aldığı
"kâğıt kaplan" deyimini Çin lideri Mao Zedung 1956 yılındaki ünlü nutkunda kullanmıştı.
Ben o günlerde ideoloji gurusunun sözlerini dikkatle izlemiş olduğumdan, ayrıntıları hatırlıyorum. Tamamlayıcı bilgi vereyim.
Mao bizde sanıldığı gibi Amerika'nın zaafını belirtmek için kâğıt kaplan demedi ona. Tam tersine, o ülkenin nükleer gücünü görmezden gelerek
"Hasmımız kâğıt kaplandır" diye cart curt edenleri gerçekçiliğe davet yollu şunu söyledi:
"Kâğıt kaplanın dişleri var."
Sadede gelelim. Bir ülkede askerin vesayetini sona erdirmek başkadır, onu şamar oğlanına çevirmeye kalkmak başka. Aradaki kalın çizgiyi gözden kaçıranlar Mao'nun sözünü hesaba katsalar iyi ederler.
Askerlik -hele bizimki gibi bölgelerde bulunan ülkelerde- yaşamsal ölçüde gerekli, çok da onurlu bir uğraştır. Zekâ, eğitim, yürek ve özveri ister. Silahlı kuvvetlerimiz bütün birikimi ve donanımıyla ayakta.
Personeli içinde darbe planlamış bir avuç
"şaşkın kurtarıcı" bulunabilir.
Ama en güç şartlarda, kıt kanaat, ölüm tehlikesi dâhil bin bir belaya göğüs gererek görev yapan sayısız yiğidi de var.
Evcilleştirilmiş kaplanlar görmüşsünüzdür belgesellerde. Dişleri de, pençeleri de yerli yerinde olduğu halde kimseye saldırmazlar. Öyledir diye çevredekiler de onların kulağını çekmeye, kuyruğuna asılmaya kalkmazlar.
Aradaki karşılıklı saygının sınırlarını belirlemede makulü zorlamak ne şık oluyor, ne de akıllılık.