İnsanın iç huzuru kaç lira eder? Saçma soru tabii. "Kaça ölürsünüz?" türünden. Öldükten sonra para miktarının anlamı olamayacağı gibi, huzur elden gittikten sonra lira sayısının değeri kalmaz yaşantıda.
Babamın ailemize bıraktığı serveti gençliğimde ideal uğruna sıfırlamış olmamı annem -aptallık demek istemediği için- saflık diye nitelendirirdi. Katılmazdım; katılmıyorum. Bugün yeniden elime geçse o gücü aynı yönde, ama daha akıllıca kullanmaya çalışırım.
Söz konusu varlığın kaynağı Mısır'dı. O ülkenin kentlerinde sayısı bilinmeyen taşınmaz mallara ve Nil vadisinde geniş topraklara sahip Türk asıllı prenses Nevcivan'ın avukatıydı babam. İkinci Dünya Savaşı başlayınca öyle şeylerin apar topar paraya, sonra pırlanta yığınına çevrilebilmiş bölümünü Türkiye'ye hangi serüvenle taşıdığını bir anı kitabımda anlatmıştım.
Daha önce de birkaç kere gitmişti Mısır'a. Bir seferinde annemle beni de yanına almıştı. Sekiz, dokuz yaşlarındaydım. Dönemin ünlü güzeli Benli Belkıs yaşlı bir paşayla Kahire'de yaşıyordu o ara. Bir gece paşanın nehir kıyısındaki yüzer evinde, yaldızlı bir şeyler giymiş hizmetkârların salladığı kocaman yelpazelerle serinletilen koltuklara kurulup altın tabaklarda yemek yemiştik.
Dönüşte rıhtımdan caddedeki otomobile doğru yürürken önünden geçtiğimiz fellahlardan biri bize bakarak yere tükürmüştü. Nedenini sorduğumda babam "Paşanın debdebesini gördün" demişti.
"Bunlar yalın ayak."
"Yani kıskanıyorlar mı?"
"Haysiyetlerine dokunuyor."
Gecenin görüntülerinin üstüne düşen o "haysiyet" sözcüğü kulağıma küpe, çoğu çözüm arayışıma anahtar olmuştur.
***
Asıl adı Tarık'mış. Ama peygamberini çok seven annesi oğluna hep onun adıyla seslendiği için çevrede Muhammed diye tanınır olmuş.
Yirmi iki yaşındaki Muhammed benzine bulanmış gömleğine tuttuğu kibritin ülkesini ateşe vereceğini, arkadan Mısır'ı tutuşturacağını bilmiyordu. Yangın daha da büyüyecek. Başka Arap ülkelerini, zamanla belki İran'ı saracak. Alevlerin harı İsrail'i ve bizi de etkileyecek kesinlikle. Onun için olayı uzaklardaki bir patlama değil, kendimizi yaşamsal ölçüde ilgilendiren bir gelişme diye değerlendirerek anlamaya çalışmamız gerek.
Muhammed niçin çaktı kibriti? Bölgedeki milyonlarca insan niçin ayağa kalkıyor? Zorba yönetimlerin etekleri niçin tutuşmakta?
"Ekonomik faktörler" deniyor. İşsizlik, yoksulluk, açlıktan söz ediliyor. Doğru elbette; bunlar önemli. Ama yeni değil.
Muhammed aç kalmamış. İyi kötü bir işi varmış: el arabasıyla sebze satarak sekiz kişilik ailesini geçindiriyor, bir kamyonet almaya çalışıyormuş. Olay günü bir kadın polisin kestiği -bizim paramızla 10 liralıkcezayı da ödemiş. Ama kadının
"eşşoğlu" gibi bir küfürle ölmüş babasını aşağılamasını şikâyet etmek için belediye merkezine gidip kimseyle görüşememesini yedirememiş kendine. Yani ateşle intiharının nedeni para sıkıntısından çok onur yarası.
Onur bilinçle bağlantılıdır; sebze gibi yaşayan insanda haysiyet olmaz. Dünyanın ezik ülkelerinin sindirilerek uyuşturulmuş yığınlarında geniş bir bilinçlenme gelişmekte. Yeni olan o. İşsizliğin bugün çok can yakması da eğitilmiş kesimlerde yaygınlaşmasından. Nitekim Batı'yı ürküten terör saldırılarının yöneticileri ve eylem öncüleri genellikle varlıklı ailelerden çıkıyor.
Kendi ülkemizdeki tabloya akıl erdirmeye çalışırken de bu gerçeği hesaba katmalıyız. Kavga konusu yalnız para pul değil. Eziklerin onuru da önemli.
***
Tunus ve Mısır'daki çatışmayı sırf oralardaki yığınların diktatörlerle hesaplaşması gibi algılamak başka bir yanılgı olur. Temeldeki kavga eli kibritli delikanlıyla Bush arasında.
Evet, Bush. Yani Teksas petrolcüleri ve onlar gibi dünya sülükleri. Çünkü Arap diktatörleri de, gezegenimizin sömürü statükosunu sürdüren bütün zorbalar da onların piyonları. Ortadoğu satrancında kullanılan aletler.
Ama oyunun ustaları için kâbus günleri ve geceleri geldi çattı. Rüyalarında ellerine aldıkları at bükülüyor, fil çatlıyor, vezir tutuşuyor.
Biz artık kimsenin kalesi olmamaya bakalım.