Türümüzün adını övgü sözcüğü gibi kullanır, karakterini beğendiğimiz birine "insan adam" deriz.
Ne demektir bu? Hangi insan? Mevlana da hemcinsimiz, Hitler de. Kişinin içinde hem melek, hem şeytan özellikleri bulunabiliyor. Hangisinin ağır bastığına göre, bireyler kadar toplumların gidişi de değişiyor kimi zaman.
İkinci Dünya Savaşı sırasında yaşanmış gerçek bir olayı işleyen bir film ülkemizde de gösterilmişti:
Japon ve Amerikan birlikleri çekilirken unutulmuş iki er bir Pasifik adasında baş başa kalıyorlar.
Birbirine düşman iki genç adam önce çatışıyor, sonra karşılıklı varlıklarını kabulleniyor, sonunda dost oluyorlar. Yani ortak paydalarındaki insancıl özellik ağır basıyor.
Ama gerçekçi düşünülürse tersi de olabilirdi. İkisinden birinin nefreti tükenmeden kurduğu tuzaktan sonuç alınır, ölebilirdi "düşmanı". Öyle biterdi olay da, film de.
Bugün Türkiye'nin genel tablosu bütün olasılıklara açık. İbrenin yönünün belirlenmesinde bireylerin yatkınlıkları büyük rol oynayacak kimi durumda.
***
Başkasının acı çektiğini görmek yardımcılık içgüdüsünü tetikler. Türümüze özgü değildir o özellik. Kargalardan fillere kadar pek çok canlı dara düşenin yardımına koşar.
İnsanın çekebileceği en büyük acı nedir? Dünya televizyonculuğunun bir numaralı sohbet programcısı Larry King geçen yaz bir söyleşide o soruyla karşılaşınca hiç duraksamadan "Evlat ölümü" dedi.
Doğrudur. Dilimizde de bir ıstırabın dayanılmazlığını anlatmak için kullanılan "evlat acısı gibi" deyimi vardır.
Düşünün. En kızdığınız birine sövecek ya da beddua edecek olsanız, "Çocuğun ölsün" diyebilir misiniz? Diliniz varır mı?
Sanmam. Başka bir kötü dilek bulur, iyi de edersiniz. Çünkü insan ne kadar kızarsa kızsın, o denli canavarlaşmamalı.
***
Biliyorum, başkasına "Sinirlenme" demek kolaydır ve de sinir bozucudur. Ama bendeniz bu konuda bir sınavdan geçmiş olduğum için rahat ahkâm kesiyorum.
Yıllar önce bir özel tiyatroda sahnelenen oyunum çok tutmuştu; karaborsaya düşen biletlerin satışı için gazetelerde ilanlar çıkıyor, gişeye para akıyordu. Bir gün kuliste oturmuş, başkalarıyla sohbet ediyordum ki tiyatronun oyuncu sahiplerinden biri soyunma odasından çıkıp yaklaştı.
Teşekkür edecek sandım.
Ama herkesin duyabileceği bir sesle şöyle söylenerek geçip gitti: "Biz sahnede ter döküyoruz, yazarlar oturdukları yerde telif diye para kırıyor."
Skandalı ve tiyatro çalışanlarının göreceği zararı göze alarak oyunu çekmeye karar verdim o anda. Yerimden doğrulurken bir dostum kolumdan tutup kulağıma fısıldadı: "Aldırma. Acılı adam."
Konuşanın özürlü çocuğunu kastediyordu. Üstüne üflenmiş kibrit alevi gibi sönüverdi öfkem.
Kararımdan vazgeçip hakareti sineye çektim. Hiçbir zaman pişman da olmadım. Karşımdakinin acısına zorluklar ekleseydim ömrüm boyunca ayıplayacaktım kendimi.
***
Şimdi bütün bunları neden söylüyorum? Karşımızda tüylerimi ürperten bir durum var da ondan.
Öfkeli bir güruhla tartışırken tabancayla öldürülen üniversiteli gencin annesi ve babası katilin aldığı cezayı az bulup yargıçlar hakkında ileri geri konuşunca yargıya hakaret suçundan başka bir mahkemede 15'er ay hapse mahkûm oldular. Cezaları ertelenmedi. Karar temyizde bozulmazsa, mezarda yatan delikanlının annesi babası cezaevinde yatacaklar.
Bu memlekette hekimlere saldırılıyor, askerlere hakaret yağdırılıyor, gazeteciler ve başka meslek mensupları hakkında söylenmedik laf bırakılmıyor. Hiçbirimiz "burnundan kıl aldırmaz" havalarına girmiyoruz.
Hoşgörü her zamankinden çok gerekli Türkiye'ye. Gerilim yüklü darboğazlardan geçerken birbirimize "bağışlanmaz kabahatli" değil, "yanılabilir insan" gözüyle bakmaya çalışmalıyız.
Yakın gelecekte yargı görevlilerimizin de o bakışa ihtiyaç duyabilecekleri unutulmamalı.