Bugün Mustafa Ekmekçi'yi bilen ve hatırlayanlarımız azdır yazık ki. Ömür adamdı rahmetli dostum.
Yaman gazeteciydi. Akıntıya kürek çekmekten hoşlanır, en olmayacak konuların üstüne gider, yakaladığı gerçekleri açıklarken kendi başına neler geleceğini hiç düşünmezdi. Tabii, çok şey gelirdi başına.
İnatla savunduğu tezlerden biri Türkiye'de domuz çiftlikleri kurulması gerektiği idi. O hayvanı yetiştirmenin çok akılcı olduğunu, çabucak bol yavru yaptığını, etinin başka etlerle kıyaslanınca yarı yarıya ucuza geldiğini, sözünün dinlenmesinin ekonomimize değerli bir koz kazandıracağını yazar dururdu.
"Oğlum sen manyak mısın?" dedim bir gün. "Müslüman ülkesinde kalemine dolayacak başka dava bulamadın mı? Bir gün vuracaklar seni!"
Kıs kıs gülerek baktı yüzüme. Sır verir gibi kulağıma eğilip fısıldadı:
"O iş yapılıyor zaten. Memlekette bir sürü gizli domuz çiftliği var. Hepimiz sık sık o zeki hayvanın etini yiyoruz."
Ne yalan söyleyeyim, hiç iyi gazetecilik yapıp Ekmekçi'nin iddiasının doğruluğunu araştırmadım. Yıllar sonra konunun kendime çok yakın bir kaynaktan tekrar önüme çıkarılacağı da aklıma gelmezdi.
***
Bir yabancı gazetede şöyle bir küçük ilan çıkmıştı:
"Satılık ansiklopedi seti. Artık ona ihtiyacım yok, çünkü evlendim. Karım her şeyi biliyor."
Yazarların köşelerde boyuna çoluk çocuklarından söz etmelerini doğru bulmam ama kimi zaman gerekiyor.
Efendim, aklına eseni yapmış biri olduğum için 8 yaşındaki ikizlerin yanı sıra ellisini geçmiş bir oğlum da var. Özelliği ilandaki bilgi deposu hanım gibi ansiklopedik kafalı olması.
Yurtdışında biyokimya eğitimi görürken teknik alanlara eğilimliydi. Dünya toprakları nasıl korunur, organik gübre kullanımı nasıl geliştirilir, tarım ve hayvancılık nasıl daha akılcı duruma getirilir gibi sorunları takmıştı kafasına.
Yurda dönüp yedek subay olunca birliklerde ziyaretçi yabancıların konuşmalarını anında Türkçeye çevirmesi gerekmiş. Öylece simultane tercümeye merak sardı; askerlikten sonra da bildiği dillerde yabancıların sözlerini Türklere ve Türklerin sözlerini yabancılara aktarma işini sürekli yapmaya başladı, zamanla ustası oldu.
"Nereden çıktı hesapta bulunmayan bu uğraş?" dediğimde o sırada pek aklımın yatmadığı bir gerekçe söylemişti:
"Hoşuma gidiyor. Ayrıca her konuda uzmanlardan ayrıntılı bilgi ediniyorum."
Ansiklopedik ayrıntı koleksiyonuna o yoldan sahip oldu. Topladığı bilgilerin bir bölümünü hobi uygulamalarına da dökerek sörf yarışçılığından keçi yetiştiriciliğine kadar birçok alanda pratik deneyim kazandı.
İlgileneceğimi düşündüğü bilgileri zaman zaman paylaşır benimle.
***
Yine telefon etti:
"Baba, domuz eti üstüne yazdığını okudum. Şarküterinin domuz kasabı demek olduğu doğru ama Türkiye'de o etin kullanımı konusunda bildiklerin yetersiz."
Anlattığına göre Mustafa Ekmekçi haklıymış. Ülkemizde birçok domuz çiftliğinin varlığı gıda üretimiyle uğraşan çevrelerde açık sırmış. Domuz eti jambon satan lüks yerlerde pahalıymış ama kayıt dışı ekonomide ucuza geliyor, salam ve sosis gibi şeylere sıkça karıştırılıyormuş.
Dahası, sabun yapımında kullanılan donyağının iyisi yurdumuzda üretilemediği için Amerika'dan getiriliyor ve domuz yağı içeriyormuş.
Gerekli işlemlerden geçirilmemiş yerli donyağı kötü kokar, ancak Arap sabunu gibi nesnelerin yapımına yararmış.
Bunlar doğruysa, yıkanırken cilde domuz ürünü değmesi konusunda ulema ne der bilmem ama, salam ve sosis yerken günaha girmemiz tehlikesi var demektir. (Sucuk ve pastırmada öyle bir şey söz konusu değilmiş.)
Vallahi ben oğlumla Ekmekçi'nin yalancısıyım. İddia geçersiz ise ve ahaliyi boşuna telaşlandırırsak, onun günahı onların boynuna!
İhtiyaten Diyanet yetkilileri
"Bilinmeden yapılmış olan yanlış günah sayılmaz" gibi bir teselli verebilirler mi acaba? Ülkemizde bilerek yapılan domuzlukların yanında böyle günahlar hafif kalıyor da...