Bir yabancı turist ülkemizde yoğunlaşmakta olan hırgürü birkaç gün izledikten sonra sizden ricada bulunsa: "Özetle söyler misiniz, burada alınıp verilemeyen nedir?"
Kısa bir açıklamayla durumu aydınlatmakta zorlanırsınız.
Konu politikacılar arasındaki çekişmeler olsa, yanıt kolay. Onların derdi belli: İktidar paylaşımı. Ama bizde toplumun bütünü ortadan ikiye ayrılmış. Zamanla yakınlaşacağına, gitgide uzaklaşıyor birbirinden.
Bu bir paylaşım kavgası değil. Öyle olsa pazarlıkla uzlaşılır. Kuşkuların azalacağına artmasının daha derinde bir nedeni var:
Korku.
Evet, iki kesimin ödü kopuyor birbirinden. Bir "taraf" ötekinin fırsat bulursa zorbalaşıp şeriat düzenimsi bir şey getireceğinden, başı açık kadınlarımızın sokağa çıkamayacağından emin. Berikiler de karşılarındakilerin büsbütün köşeye sıkışırlarsa eninde sonunda yine asker zorbalığına davetiye çıkaracaklarına inanıyor.
Ben iki kaygıyı da gerçekçilikten uzak ve yersiz bulduğumu, o konularda içimin rahat olduğunu söyledikçe çevremdekiler "Sende manda yüreği var, tehlikeleri umursamıyorsun" diyorlar.
Yanlış. Umursuyorum. Ama hayal ürünü tehlikeleri değil, içimi rahatlatan iki somut gerçeği.
***
Birincisi, küreselleşme.
Ondan hoşlanın, hoşlanmayın, yol açtığı net bir sonuç var: En
"başına buyruk" ülkeler bile dünya kamuoyundan çekiniyor.
Gazze'de yaptıkları bir Birleşmiş Milletler raporunda kınanınca
İsrail'in etekleri tutuştu.
"Kimseyi takmam" havasındaki İran da uluslararası karnelerde kırık not alınca küplere biniyor. Dev Çin
"başka ülkelerin ukalalıklarından" acı acı yakınmakta.
İkinci gerçek, küçük oğlumun cebinde: Geçen hafta dokuzuna basarken kendisine armağan edilen telefonun üstündeki minik kamera merceği. Onunla gözüne kestirdiği her olayı kayda geçiriyor.
Yani, günümüzün teknolojisi.
"Bunun Türkiye'de zorbalığın artık söküp sökmemesiyle ilgisi ne?" diyeceksiniz.
Türkiye'de değil, herhangi bir yerde. O minik mercekle kayda alınan olayın bilgisayara aktarılıp internet üstünden saniyede bütün dünyanın dikkatine sunulması 9 yaşındaki veledin rahatça yapabileceği bir işlem artık.
Tibet'te,
Tahran'da,
Gazze'de olanlardan sonra
Tayland ve
Burma gibi birçok başka ülkedeki baskı görüntüleri de o yoldan ekranlara geldi.
Londra'da bir adamı yere yuvarlayıp kalpten ölmesine neden olan polisler hakkında o gün soruşturma açıldı telefon kamerası sayesinde.
***
Toplumların temiz tutulması konusunda dördüncü kuvvet denen medyanın önemi vurgulanır hep. Onun şahin bakışlarıyla yakalanan ayıpların giderileceği düşünülür.
Güzel teoridir de, uygulama eksik kalır.
Çünkü dünyadaki ayıp bolluğunun yanı sıra muhabir sayısı pek yetersizdir. Profesyonel medya tersliklerin yüzde birini yakalayamaz.
İşte teknolojik gelişme o yetersizliği önemsiz kıldı. Artık hepimiz muhabiriz. Ve içindeki balıkların her kıpırtısının seyredildiği bir akvaryum kadar şeffaf oldu dünyamız.
Söz konusu sağlıklı gelişmenin tek istisnası var: Eğer bir ülkede diktatörlük teknolojideki yeniliklerin oraya ulaşmasından önce kurulmuşsa, halk iletişim olanaklarından uzak tutuluyorsa, dünyadan kopukluk da sürüp gidebiliyor. Örneğin
Kuzey Kore o durumda.
Türkiye'miz ise dünyaya apaçık. Dünya da ona. Yıllardır fakslar, laptoplar, ipodlar mipodlar elinin altında sayısız insanımızın.
Bu ortamda günün birinde yeraltından
"gözü dönmüş yobazlar" çıkıp bütün kadınları çarşafa sokmaya kalktılar da direnen kalabalıklarla gırtlak gırtlağa mı geldiler? Ya da Talat Aydemir türünden akıl yoksulları darbecilik oynamayı mı denediler?
Yalnız
Birinci Dünya'nın değil, İkinci ve Üçüncü Dünya'nın da ülkeleri aynı gün manyaklara karşı çıkarlar. Manyaklar bile bunu fark ettikleri için öyle denemelere girişmezler zaten.
Sizin de içiniz rahat olsun.