Hayır, uçak şirketlerine ilişkin davalardan değil, Türkiye'de adalet dağıtma mekanizmasının havada kalmış durumundan söz edeceğim.
Hukuka saygısızlık suçlamasından korunmak için önce şunu hatırlatayım: bir "yüce" kavrama saygı duymak başkadır, ona hizmetle görevli kişilerin kusurlarını görmemek başka.
Tanrı'ya tapmanız, gereğinde bir imamı eleştirmenize engel değildir.
Ülkemizde "Adalet mülkün temelidir" sözü en yüce duvarlara yazılmıştır ama insanlar kendilerini yüzde yüz haklı gördükleri durumlarda bile "mahkemelik" olmaktan kaçınırlar.
İyi ederler. Birkaç kere başıma geldi, çok kere de başkalarının başına geldiğine tanık oldum:
Dolandırıldığınız ayan beyandır. İşi başından aşkın yargıcın görevlendirdiği "bilirkişiler" kafaya alınınca aklanır dolandırıcı.
Daha kötüsü de olabilir. Hazımlı biri değilseniz, duruma tepki gösterirken ölçüyü kaçırırsanız, suçlu duruma düşebilir, hakaret davasına bakılırken ağzınızı bozup kodesi boylayabilir, oradaki rezaletlere katlanamayınca elinizden çıkan kaza yüzünden ağırlaştırılmış müebbet yiyebilirsiniz.
(Bereket idam kalktı!)
Olmaz demeyin. Burası Türkiye. Acıklı güldürüler ülkesi.
***
Aman tekrar edeyim: adalet kavramını küçümsemek aklımdan geçmez.
Ülkemin çilekeş hukukçularına da sempatim büyük. Ama yakın geçmişimizde ülkeyi yönetenler o alandaki düzenlemeleri toplumsal gelişmelerin gerektirdiği hızla gerçekleştiremediler.
Bugün kara kitaplarımız uygulanamayan ve uygulanamayacak yasalarla dolu. Hukuk tıknefes oldu, hep "pratikte" yaşananların gerisinde kaldı.
İnönü çok partili rejime geçerken bünyemize uygun anayasal düzen oluşturmayı akıl etmedi.
Menderes bina yıka yıka İstanbul'a nefes aldırdı. Ama yaptıklarının çoğu yürürlükteki yasalara aykırıydı.
Özal ekonomimizi dünyaya açtı. Düzgün işleyebilecek piyasa düzeninin gerektirdiği hukuk çerçevesini oluşturmadan...
Günümüzde neler yaşıyoruz?
Bırakın asker-sivil ilişkileri gibi, Ergenekon gibi, bitmez tükenmez tartışmalı, derin devletli, ahiret sorulu kargaşaları... En yalın düzeyde bile insana "Gülsem mi, ağlasam mı?" dedirten görüntüler var.
***
Karadeniz Sahil Yolu'nun bir kent geçişinin "mevzuata uyarlı olmadığı" gerekçesiyle bir muhtar 2001 yılında Bayındırlık ve İskan Bakanlığı'nı mahkemeye verdi. O konuda adalet aranırken yapımı süren yol 2007'de ulaşıma resmen açıldı.
Şimdi Danıştay muhtarı haklı buldu. Hak arayışının başlangıcından 8 yıl sonra...
Peki, ne olacak? Muhtarın avukatı "Sahil Yolu artık hukuka aykırı" diyor, muhtar hemen kapatılmasını istiyor. Soyut düzeyde haklılar. Ve yolda taşıt süren bütün vatandaşlar suça katılır durumdalar.
Ya somut düzeyde? Kapatılabilir mi Karadeniz Sahil Yolu?
Sevgili muhtara da, sayın avukata da, kolay gelsin!
***
Aslında hepimize kolay gelsin. Zira hukuku gerçeklerden kopuk bir ülkede devasa tutarsızlıklarla burun buruna yaşarken kafayı üşütmemeye çalışmaktayız. En yüksek mahkememiz en çok oy almış partiyi en vahim saydığı anayasal konuda suçlu buluyor. Ama kapatmıyor.
Çünkü kapatamazdı. Günümüz dünyasında, geçerliği tartışılmayan bir seçimde büyük çoğunluk kazanmış olan ve bütün ülkelerce iktidarı meşru sayılan bir partiyi herhangi bir hukuk gerekçesiyle yok etmeye kalkışmak Türkiye'yi sonu belirsiz bir kaosa sürükler.
Öyleyse muhteremler, akıllı beyler, gözümüzün nuru hanımlar, niçin açarsınız öyle bir davayı? Kendinizi gerekli gördüğü yönde adım atamaz duruma niçin düşürür, hasım saydığınıza en etkili desteği neden sunarsınız?
Gerçek zeminde halka somut yararlar sağlayarak onun desteğini kazanmanın yollarını arasanız, arada bir an önce hukuk reformuna gidilmesine ve ilk fırsatta yeni bir anayasa yapılmasına da katkıda bulunsanız daha iyi olmaz mı? Adaletimiz hep havada mı kalsın karga gibi?