Bir aile düşünün. (Ben kolayca düşünüyorum; çünkü öylesini görmüşlüğüm vardır.)
Karı kocanın birbirine ne sevgisi saygısı kalmış, ne de güveni. Birlikteliği karşılıklı çıkar hesaplarıyla sürdürüyorlar.
Erkek kadının sadakatsizliğini ispatlayacak kanıtların peşinde. Mahkemelik olurlarsa gündeme getirip nafakasız boşanmayı umuyor.
Kadın adamın vergi kaçırdığını gösteren belge biriktirmekte. Niyeti sırası geldiğinde şantajla avanta koparmak.
İkisi de kendi analarından babalarından talimat alıyor. Onlardan işaret geldikçe ellerindeki kozların ucunu gösterip karşı tarafı sindirmeye bakıyorlar...
Size hakemlik düşse bu tabloda kimin haklı, kimin haksız olduğunu belirlemeye çalışır mısınız?
Yoksa "Durum bütünüyle berbat, taraflar fena yozlaşmış, her şeyden önce aile dışı etkilerden sıyrılıp kendilerine çekidüzen vermeliler" mi dersiniz?
***
Nüfusumuzun büyük bölümü o günlerde ya doğmamıştı ya da yaşananları pek anlayamayacak yaştaydı.
Ülkede ne idüğü iyi bilinmeyen bir Sol ile tanımı tam yapılmamış bir Sağ arasında kanlı bıçaklı çatışma sürüyordu. Büyük kentlerde
"karşıt görüşlü" delikanlı grupları düzinelerce
"düşman" öldürüyordu her gün.
Evinizin kapısı çalındığında
"Açsam mı, açmasam mı?" diye düşünür, sokakta bir yabancı saat sormak için yanınıza yaklaşsa ürkerdiniz.
Aklı başında insanların
"Ne oluyoruz, böylesine paylaşamadığımız nedir, birbirimize niçin bu denli düşman kesildik?" soruları genel öfke uğultusu içinde duyulmaz olmuştu.
Sonra bir sabah Kenan Evren ve dört yardakçısının
"Biz duruma el koyduk" demeleriyle kargaşa duruverdi. Tartışmalar ve boğuşmalar geri planda kaldı birdenbire.
Nedeni hayli zaman sonra cascavlak açığa çıktı. Okyanus ötesinde birileri
"Bizimkiler kazandı" diye ellerini ovuşturmuştu o gün. İçindekileri birbirine düşürüp Türkiye'yi kritik bölgede üs gibi kullanma planının başarıya ulaşmasıyla yorgan gitmiş, kavga bitmişti.
***
Yedek subay öğrenciliğim sırasında, Temmuz güneşinde bunalarak uzun yürüyüş yaparken edepsiz şarkılar söylediğimiz olurdu.
"Yaş mı da kuru mu" diye başlayan bir tekerlememiz de vardı.
Şu ara tepemizde güneş yok ama, toplumumuz bunalıyor.
Bu ne ekonomi krizi, ne rejim depremi, ne salgın paniği. Daha kötüsü:
Güven bunalımı.
Komplolar, karşı komplolar, karşı komplolara karşı komplolar... Hepsine ilişkin olasılıklar, söylentiler, kampanyalar... Kozlar ayarlanıyor, saklanıyor,
"vakti gelince patlatılıyor."
Bu gidişle herhangi bir güce, herhangi bir kesime, herhangi bir kişiye tam güvenemeyecek halkımız.
Bakın,
"İmza ıslak" dendi.
Ben inandım uzman raporuna. Ama inanmayanlar var. Soruyorlar:
"Ne malum? Birkaç hafta önce başka uzman raporları fos çıkmadı mı?"
Son rapora herkes güvendi diyelim. Bu ne gösterir? Silahlı kuvvetler içinde bir grubun komplo kurduğunu.
Peki, öyle gruplara sızdırılan ajanların insanları kafaya ala ala komplo kurdurtmadıklarından emin olabilir misiniz?
Açık söyleyeyim:
Ben bu filmi gördüm. Ülkemin havasında bir kez daha katakulliler, kuşkular, iddialar, karşı iddialar ve öfkeler, öfkeler, öfkeler uçuşuyor. Açılımlara öfke, belgelere öfke, görüşme fırsatlarına öfke. Böyle bir hengâme kendiliğinden oluşmaz, tezgâhlarla yaratılır.
Ortam uyarıyla değiştirilemez, onu da biliyorum. Tek umudum yaşanmış felaketlerin toplumumuzdaki sağduyuyu artırmış, kolayca gaza gelenlerin sayısını azaltmış olması.
Belki bu sefer her savaş borusuna kulak vermez, bütün iddiaları serinkanlılıkla değerlendirip gerisinde ne bulunabileceğini düşünür, körü körüne gerginliklere gerginlik katarak tuzaklara düşmeyiz.
Bunu başaramazsak durum yaştır.