"Eğer...
Onu hatırladıkça başı göğe ermişçesine ya da asansör boşluğuna düşmüşçesine ürperiyorsa yüreğiniz...
Ömrü saatlere sıkışmış bir kelebek telaşıyla o hüzünden bu neşeye konup kalkıyorsanız gün boyu nedensiz...
Ve her konduğunuzda diğerini iple çekiyorsa hisleriniz..."
İşte odur AŞK, diyor ünlü bir yazarımız...
***
Her şeyin tozpembe olduğu, ayakların yerden kesildiği bir duygu hali...
Müthiş abartıları ve tarifleri içinde taşıyan tuhaf betimlemeler:
"Dünyanın en güzel yeri onun yaşadığı yer.
En güzel kokusu, bedenindeki ter..."
Aşk...
***
Nerede, kiminle ve nasıl olursak olalım...
O yoksa eğer...
"Hiçlik", "Yokluk" ve hatta
"Anlamsızlık..."
Ve başlıyor, tariflere sığmayan müthiş bir duygu hali geliyorsa...
İşte odur
Aşk.
Ama
Aşk aynı zamanda...
Sabırdır, inceliktir, teslimiyettir...
***
Mevlana'nın da dediği gibi
"Aynı dili konuşanların değil"
"Aynı duyguları paylaşanların yaşadığı" bir dünya işidir
Aşk
Ve
Aşk hastalıklı bir ruh halini yansıtır çoğu kez.
O yüzden
"Ciddi bir akıl hastalığı" diyor ya
Aşk için ünlü Yunan düşünürü
Platon.
***
İçinde çoğu kez acılar taşır, kavuşmak zordur.
İki tarafı olan ama birinin
seven, ötekinin
sevilen olduğu, dengesini yitirmiş bir çeşit tahteravalli...
***
Fransız şair
Louis Aragon'un beyinlerimize kazıyıp yaşadıklarımızı tarif ettiği gibi:
"Bir tek aşk yoktur acıya gark etmesin / Bir tek aşk yoktur kalpte açmasın yara / Bir tek aşk yoktur iz bırakmasın insanda / Ve senden daha fazla değil vatan aşkı da / Bir tek aşk yok yaşayan gözyaşı dökmeksizin
Mutlu aşk yoktur..."
***
Kimi
"melankolik bir ruh hali" olarak tanımlar
Aşk'ı
Kimi
"İnsan aklının en soylu zaafı" der
Aşk'tan söz ederken...
Ataol Behramoğlu ve onun gibi düşünenler ise üçüncü kişiye yer vermezler asla:
"Ölümdür tek başına yaşanan, aşk iki kişiliktir"
***
Kim bilir belki de
Aşk'ın en güzel tarifini
Konfüçyüs yapmıştır:
"İnsan kalbindeki gerçek aşk dörtnala giden bir at gibidir.
Ne dizginden anlar ne de söz dinler"
Çinli bilge Konfüçyüs haklı,
"Aşk" söz de dinlemez ama hiçbir
söz,
Aşk'ın yerini tutamaz.
***
Bu kez büyük usta
Nazım koşar imdadımıza.
Önce rübaisiyle
"Sarılıp yatmak mümkün değil bende, senden kalan hayale" der imkânsızlığı anlatır, sonra çaresizliğini vurgular:
"Sen esirliğim ve hürriyetimsin..." Ardından da
Karadeniz'in mavisiyle yeşil doğasını birleştiren güzel bir geçiş yapar sanki.
Sert yamaçların sert gözüken yumuşak kalpli insanlarını bile yolundan döndüren o müthiş "
söz" ile tarife kalkışmaz. Ama acelesi vardır:
"Henüz vakit varken gülüm / Henüz vakit varken / Paris yanıp yıkılmadan" der ve savaşın sonu gelirken 1945'te
"en güzel sözü" söyler: "En güzel deniz: Henüz gidilmemiş olandır.
En güzel çocuk:
Henüz büyümedi.
En güzel günlerimiz:
Henüz yaşamadıklarımız.
Ve sana söylemek istediğim en güzel söz:
Henüz sana söylememiş olduğum sözdür."
AŞK...