Koronavirüsün Çin'den başlayarak dünyada hızla yayılması sadece virüsten etkilenen bireyleri değil devletleri de yeni meydan okumalarla karşı karşıya bıraktı.
Virüsün ortaya çıktığı ülkelerde hastalıkla mücadele doğal olarak öncelik kazandı ve salgının daha fazla yayılmasının önüne geçmek için hükümetler olağanüstü bir mücadele sürecine girdi.
Ancak zaman ilerledikçe virüsün etkisinin sağlık alanı ile sınırlı kalmadığını gördük. Salgın ülkeleri tek tek ekonomik ve siyasi olarak olarak etkileme potansiyeline sahip. Bununla birlikte bir dönüşüm sürecindeki uluslararası siyasette de hem normlar hem de pratikler düzeyinde belirgin değişimlerin yaşanması kaçınılmaz.
Korona öncesi süreç
Bu durum aslında yeni değil. Trump'ın iktidara gelişi ile ABD'nin küresel meselelere bakışındaki değişim uluslararası siyaseti etkilemeye başlamıştı. Trump'ın gittikçe Çin'in ekonomik büyümesini öncelemeye evrilen seçmeci tehdit yaklaşımı ve ABD ekonomisine odaklanan tarzı bu anlamda önemli. Liberal normlarla bezenen küresel siyaset anlayışını sarsan bu yaklaşım uluslararası düzeyde korumacılığı tetikledi.
Bu yaklaşım BM'nin işlevinden Avrupa siyasetine, Suriye krizinden Güney Amerika'ya kadar geniş yelpazede farklı şekillerde yansımakta gecikmedi.
Salgın ile birlikte devletlerin yeniden ortak bir çıkar/tehdit tanımlaması ile hareket edebileceğine dair iyimser varsayımlar kısa sürede ise boşa çıktı. Salgınla küresel bir sorun iken mücadele ulusal düzeyde yürümeye devam ediyor olması bu durumun değişeceğine dair emareler yok.
Corona sonrası
Özellikle Avrupa ülkelerinde vaka ve ölüm sayılarının hızla artması yaşlı kıtayı ciddi risklerle karşı karşıya bıraktı. On yıllardır "sosyal devlet" örneği olarak gösterilen birçok Avrupa ülkesi virüsle mücadelede sınıfta kaldı. Almanya görece başarılı bir süreç yönetimi ortaya koyarken, İtalya, Fransa, İngiltere ve İspanya gibi ülkelerde bir karmaşa söz konusu.
Siyasi açıdan bakıldığında ise Avrupa'nın on yıllar içinde oluşan norm ve pratiklerinin günler içinde işlevsiz kaldığına şahit olduk.
Kurumsallaşmış birlik olan AB'den beklenen şey, entegre bir mücadele ve ciddi bir yardımlaşma ile bir süreç yönetimi sergilenmesiydi. Ancak bunun aksine her bir ülke kendi başına kaldı. Bu durum merkezi hükümetlerin yeniden merkeze döneceği bir döneme işaret ediyor.
Salgından en fazla etkilenen ve artık bir dram yaşamaya başlayan İtalya'nın yüksek sesle dile getirdiği yardım çağrılarının karşılıksız kalması, bunun üzerine Türkiye, Çin ve Rusya'dan yardım istemesi AB'nin siyasi geleceği için önemli ipuçları barındırıyor. Rus askeri konvoyunun eşlik ettiği yardım konvoyunun İtalya'nın ana caddelerinde boy göstermesi ise oldukça çarpıcı. Acil durum atlatıldıktan sonra bütün ülkeler bu süreçten öğrendikleri ile yeni bir hareket tarzı belirleyecek. Salgın AB'yi yıkmayacak belki ama ciddi bir hesaplaşma ve her bir ülkenin alternatif arayışlar içine gireceğini iddia etmek zor değil.
Avrupa'yı yeni bir siyasete zorlayan Trump'ın alışılmadık tavrına Brexit kararı eklenince AB/Avrupa yeni siyasal dinamizme hazırlıksız yakalandı ve dahası ısrarla bu durumu görmezlikten geldi.
Dolayısıyla salgın ile birlikte daha görünür hale gelen siyaset biçimi ve AB'nin geçirmekte olduğu bu sarsıntı aslında yeni değil.
Sonuç olarak bir süredir dünya siyasetinin korumacılığa doğru geçirmekte olduğu dönüşümün Corona salgını ile yeni bir boyut kazandığını ve hızlandığını görüyoruz. Bu duruma hazırlıklı olan ülkeler yalnızca salgınla mücadelede değil, sonrasında da oldukça kazançlı çıkacak. Türkiye'nin yaklaşık on yıldır daha otonom bir siyaset izlemesi ve her alanda kapasite artırımına giderek bağımlılığını düşürmeye dönük çabası önemli bir avantaj.