Oldukça gergin ve çatışmalı bir sürecin ardından müzakereler sonuç verdi ve İdlib konusunda yeni bir mutabakata varıldı.
Bu mutabakat Suriye krizinin başından beri "sahanın diplomasiyi şekillendirdiği" tezini bir kez daha doğruladı. Perşembe günü tarafların sahadaki gerçekliğin üzerine bina edilmiş bir mutabakata varmaları bu durumun açık bir yansıması.
Sahadaki yeni gerçekliğe baktığımızda taraflar açısından şöyle bir tablo ortaya çıkıyor. Ağustos 2019'dan beri rejim sahada ilerlemeye devam etti ve sınırları Türk-Rus-İran gözlem noktalarının oluşturduğu bölgenin yaklaşık yüzde 25'ini kontrol etti.
Rejimin ana hedefi tabii ki İdlib'in tamamını ele geçirmek ve öncelikli hedef de M-5 ve M4 kara yollarının kontrolünü sağlamaktı.
Özellikle Batı hattında Serakib'in kontrol edilmesi ile stratejik önemdeki M5 kara yolunun önemli bir kısmı da rejim kontrolüne geçti. Güney hattında da benzer bir strateji ile M4 kara yolunu ele geçirmek için uğraştı ancak o bölgede yeterince ilerleyemedi.
Öte yandan Türkiye de bu gelişmelere karşın harekete geçti ve son bir aydır İdlib'in içinde askeri varlığını artırdı. 27 Şubat'tan itibaren de rejim ve destekçisi unsurlara karşı Bahar Kalkanı adı altında gerçekleştirdiği askeri harekat rejime ağır bir zayiat verdirdi. Binlerce militan ve asker, yüzlerce askeri araç, hava savunma sistemleri yok edildi. Sahada da çeşitli bölgeler tekrar muhaliflerin kontrolüne geçse de bu zayiatlara mukabil bir ilerleme sağlanmadı. Rejim M5 ve çevresini kontrol altında tutmak için bölgeleri riske atarak bu hatta yeniden yığınak yaptı.
Bu çatışmalar devam ederken müzakereler de başladı. Heyetler nihai bir anlaşmaya varamayınca lider diplomasisi devreye girdi ve Perşembe günkü görüşme sağlandı. Bu noktadaki senaryolara baktığımızda ise ya mutabakat çıkacak ya da yeni bir tırmanma ile Suriye'nin diğer bölgelerine yayılmış daha yoğun bir çatışma dinamiğinin devreye girmesi söz konusu olacaktı.
Nihayetinde liderler yalnızca İdlib sahasını değil Suriye'nin bütünü ve enerjiden savunmaya, tarımdan turizme kadar geniş yelpazedeki ilişkileri dikkate aldığından mutabakat durumu ağır bastı.
Mutabakatın satır araları
Her iki lider de İdlib üzerinden ilişkilerin bütününde köprüleri atmaktansa mutabakatı daha kabul edilebilir buldu ve bir çerçeve metni ortaya konuldu.
Toprak bütünlüğü, siyasi çözüm ve sivillere yönelik saldırı olmaması Türkiye'nin endişelerinin karşılanması açısından ön plana çıkıyor.
Yeni mutabakatın Soçi'yi ikame etmemesi ve "ek protokol" olarak nitelendirilmesi, BMGK'nin 2254 sayılı kararına ve Astana sürecine yapılan atıflar Suriye'nin toprak bütünlüğü ve krizin siyasi çözümünün masada tutulması açısından önemli.
Somut olarak M-4 kara yolu için anlaşılan formül ise sahadaki en somut değişimi yansıtıyor. M4'ün güney ve kuzeyinden altışar kilometre genişliğinde devriye yapılacak olması bu yolun kullanıma açılmasını hedefliyor. Aynı zamanda yolun kuzeyinde kalan bölgenin güvenliğinin sağlanması için de önemli bir beklenti yaratmış durumda.
Ateşkes kalıcı mı?
İdlib'de ateşkesin ilan edilmesi ile akla gelen en önemli soru ateşkesin sürdürülebilirliği, başka bir deyişle rejimin bu taahhüde uyup uymayacağı meselesi oldu. Daha önceki tecrübeler de bu soruyu haklı kılıyor.
Son durumda Türkiye'nin sahada önemli bir askeri güçle yer almış olması, 27 Şubat'tan beri gerçekleşen müdahale ve rejimin ateşkesi bozması durumunda Türkiye'ye müdahale hakkı tanınması önemli bir caydırıcılık unsuru. Yine de rejimin bir süre sonra yeni saldırılar gerçekleştirebileceğini öngörmek zor değil.
Mutabakat ve mülteci meselesi
Ankara ile Moskova'nın mutabakata vardığının duyurulması ile birlikte mülteci meselesinde Türkiye'nin yeniden kapıları kapatması ve eski statükoya dönülmesi konusunda bir söylem oluşmaya başladı.
Halbuki bu iki mesele birbirinden tamamen bağımsız. On yıldır mülteci yükünü de çeken Türkiye ile Avrupa arasında yeni bir anlaşma sağlanmaksızın Ankara'nın kapıları kapatması beklenmemeli. Son tahlilde en optimum ve kalıcı çözüm de Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın BM oturumunda ilan ettiği güvenli bölgede yeni bir yaşam alanı oluşturulması formülüdür.
Avrupa için en rasyonel seçenek bu planın uygulanması için harekete geçmesidir. Aksi durumda yalnızca yeni mülteci akınları ile değil aşırı sağın daha da yükselişi ve Avrupa ülkeleri içinde yeni ihtilaf dinamikleri ile de uğraşmak zorunda kalacaktır.