Esed rejiminin askeri konvoyumuza gerçekleştirdiği saldırı sonucunda yedi askerimiz ile bir sivil görevli şehit oldu ve Suriye sahası doğal olarak yeni bir aşamaya geldi. Rusya ve rejimin Astana/Soçi mutabakatlarını hiçe sayarak Türkiye'nin ulusal güvenliğine kastetmiş olmaları Türkiye'yi yeni bir karar almaya zorladı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Suriye'de yeni bir aşamaya geçildiğini ve Türkiye'nin yeni bir stratejiyi devreye soktuğunu ilan etmesinin arkasında yatan temel saik muhataplarının Türkiye'nin güvenlik endişelerini hiçe sayan tutumudur. Cumhurbaşkanı Erdoğan rejimin gözlem noktalarının gerisine çekilmesini, aksi takdirde Türkiye'nin bunu sağlamak için harekete geçeceğini deklare ederek zorlayıcı bir stratejiye geçildiğine işaret etti. Buna göre Türkiye nasıl ki ABD'yi karşısına alarak Zeytin Dalı ve Barış Pınarı harekatlarını gerçekleştirdiyse, yeni bir anlaşmaya varılmaması durumunda Rusya'ya rağmen gerekli adımları atacaktır.
Durum bu iken ve şehitlerimiz henüz toprağa dahi verilmemişken Türkiye kamuoyunda Esed rejimi ile görüşülmesi gerektiğini savunan görüşler yüksek sesle dile getirildi. Bu görüşü savunanların temel argümanı ise Esed'le görüşerek Türkiye hem PKK sorununu hem de mülteci sorununu kökten çözmüş olacak. Bu görüşü savunanların temel açmazı ise böylesi bir sürecin nasıl işleyeceği ve hangi mekanizmalarla işlerliğinin sağlanacağını açıklamamalarından dolayı siyasi bir pozisyonu savundukları ortaya çıkmış oluyor. Görüşlerini açıklamaktan aciz kaldıklarında anti-emperyalizmden dem vurmaları ayrı bir mizah konusu. Kaldı ki Türkiye ve Suriyeli yetkililerin bürokrasi düzeyinde görüştükleri de artık bir sır değil. Ancak Esed'le görüşmeyi savunanların temel derdi Esed'in en üst düzeyde muhatap alınması ve kendisine meşruiyet sağlanması. Üstelik yol açtığı insani krizin Türkiye'ye maliyetini, DEAŞ ve PYD ile yaptığı açık ya da üstü örtülü iş birliklerini gözden kaçırarak bu görüşü savunmaktalar.
Esed'le görüşmek terör sorununu çözer mi?
Bununla birlikte Esed'le görüşerek terör ve mülteci sorunlarının neden çözülemeyeceğini açıklamakta yarar var. Türkiye'nin Suriye krizinde gözettiği iki temel konu aralarında fark gözetmeksizin terör örgütlerine alan açılmaması ve mülteci meselesidir.
Terörle mücadele açısından bakıldığında Esed rejimi ile siyasi düzeyde yapılacak görüşme ve iş birliğinin olumlu sonuçlar doğurmasını beklemek fazlasıyla boş bir beklentidir. 1990'larda bile PKK'yı koruyup kollayan ve ancak Türkiye'nin bir askeri harekat noktasına geldiği bir noktada Adana Mutabakatı'na razı olan bir rejimin gelinen noktada Türkiye lehine bir adım atmasını beklemek terör örgütlerine ancak zaman kazandırır. Rejimin, Suriye krizinin başından beri muhaliflerin alanlarını daraltmaya dönük stratejisi PKK ve DEAŞ'a alan açmak üzerine kurulu olmuştur. Bu iki terör örgütünün de Türkiye'ye ürettiği maliyetleri bertaraf etmek yine Türkiye'nin kendi askeri harekatları ile mümkün olmuştur. Suriye'nin önemli petrol kaynakları ve tarım alanlarının dahil olduğu toprakları kontrol etmesine rağmen rejimin PYD'yi sorunsallaştırmaması ve bu örgüte "Anayasal haklar" tanımak üzere masaya oturması da Türkiye ile rejimin terör meselesine bakışına dair önemli bir işarettir.
Esed'le görüşmek mülteci meselesini çözer mi?
Türkiye'ye mülteci akınının gerçekleşmesinde de yine rejimin sivillerin yoğun olduğu bölgelere gerçekleştirdiği saldırılar neden olmuştur. Türkiye bugün rejimle anlaşsa bile saldırılarını durdurmayacağından mülteci akınları hız kesmeyecek hatta saldırılar daha da yoğunlaşacağından daha fazla mülteci Türkiye'ye doğru yola koyulacaktır. Nitekim Rusya ile kurulan ve rejimin de dahil olduğu Astana ile Soçi'ye rağmen Türkiye'nin endişelerini gözetmeyen bir rejimin eli daha da rahatladığında gözetmesi için bir neden yoktur. Suriye'de siyasi bir çözüm ortaya çıkmadan mültecilerin Esed rejiminin insafına kalacaklarını bile bile geri dönmeleri de mümkün değil.
Sonuç olarak mevcut koşullarda rejimle göz mesafesinde ve meşruiyet sağlayacak şekilde yapılacak görüşmenin Türkiye'ye somut faydasından söz edilemez. Türkiye, Suriye'den kaynaklı tehditleri, rejime karşılıksız bir şekilde yaklaşarak değil, rejim üzerindeki yaptırım gücünü koruyarak ve gerektiğinde bu gücü kullanarak bertaraf edebilir.