7 Haziran seçimi Türkiye siyasetinde on üç yıldır devam eden süreklilik dinamiklerine bir virgül koyarak ulusal ve uluslararası gözlemciler ile piyasa aktörlerini şaşkınlığa uğratan bir politik manzara ortaya çıkardı. Seçim arifesinde AK Parti'nin meclis çoğunluğunda bir miktar düşme yaşasa da tek başına hükümet kurmaya yetecek düzeyde oy alacağı; çözüm sürecini ve Kürt seçmeni yedeğine alıp liberal sol kesimlerce de desteklenen HDP'nin barajı az farkla da olsa geçeceği; bu duruma tepki olarak milliyetçi oyların adresi MHP'de de bir miktar yükseliş yaşanacağı bekleniyordu.
Yine de, Erdoğan liderliğinde siyasi bir 'yenilmez armada'ya dönüşen AK Parti'nin lider değişimine rağmen mecliste en azından 290-300 arası vekil ile temsil edileceğine kesin gözüyle bakılıyordu.
Ama olmadı; özellikle çözüm sürecinde yaşanan gelgitler ve bunların hem Kürt hem de Türk milliyetçiliğinde tetiklediği yükselişler ile ekonomideki yavaşlamanın siyasal faturası, milli irade tarafından son yıllarda siyasi ve ekonomik istikrarın taşıyıcısı olan AK Parti'ye kesildi. Önümüzdeki dönemde ulusal güvenlik krizleri yaşanmaz ve siyasi hareketlerin söylemlerinde radikal kırılmalar olmaz ise, doğal sosyolojik tabanlarına oturan dört partinin Türkiye siyasetindeki 'yeni normal' içinde birbirlerini dengelemeye çalıştıkları daha rekabetçi bir ortamın bizi beklediğini varsayabiliriz.
On yılı aşkın bir süre tartışmasız seçim zaferlerine ve kesintisiz iktidar dönemlerine alışan AK Parti'nin yeni dönemde kampanyayı sürüklemesi umulan siyasal söylemlerini; millet-devlet ilişkisine yaklaşımını; giderek bürokratikleşen teşkilat ve kadrolarını; aday belirleme süreçlerini; kadın ve genç seçmenlere ulaşma kapasitesini ve özellikle hem Kürt hem de Alevi seçmenler ile irtibat kurma formlarını radikal biçimde sorgulaması gerekebilir. Halen Türkiye'nin en güçlü, dinamik ve temsil kabiliyeti yüksek sosyal omurgası üzerine oturan bu hareketin kapsamlı bir iç muhasebe ve istişare sürecini etkin biçimde gerçekleştirebildiği taktirde bu sınavdan güçlenerek çıkma ve önümüzdeki yıllara damgasını vurma şansı yüksek. Ayrıca iktidarın farklı söylem ve politikalarına duyduğu tepkileri bir ikaz mahiyetinde sandığa yansıtan bir kısım milliyetçi-muhafazakar seçmenin 8 Haziran sabahı tek parti hükümetinin kurulamadığını gördüğünde pişmanlık dolu bir sosyal psikolojiye sürüklendiği de unutulmamalı.
Rekabete uyum sağlamak
Ancak Türk ve Kürt milliyetçiliklerindeki yükseliş ivmesinin rüzgarını yelkenlerine doldurarak kapsamlı bir yenilenme yaşamadan büyüme trendine giren MHP ve HDP'den farklı olarak düzen kurucu aktör olma iddiasındaki AK Parti'nin daha kapsayıcı, sivil ve sahici bir millet anlayışına yönelmesi; bürokratik vesayet odakları ile hesaplaşmayı sürdürmesi; kendisini ve rejimin demokratikleşme düzeyini sürekli sorgulayan karakterini sürdürmesi; halkın reel taleplerini politikaya dönüştüren iletişim kanallarını açık tutması ve ekonomide üretim, tarım, istihdam odaklı bir modele geçişi inandırıcı bir ekip ve takvimle sunabilmesi gerekiyor.
7 Haziran öncesinden farklı olarak bu adımların siyasi hayatı domine eden rakipsiz bir hareketin rahatlığı ve rehaveti ile değil; son derece rekabetçi bir siyasi ortamda seçmen desteğini korumaya ve artırmaya çalışan bir siyasi hareketin çevikliği ve sempatik, insancıl yüzü korunarak atılması gerekiyor.
Önümüzdeki aylarda genç kuşakların hiç de alışık olmadıkları çetin koalisyon müzakerelerini izlerken AK Parti'nin 'yeni normal' doğrultusunda gerçekleştirmek durumunda olduğu iç dönüşümü de izleme şansımız olacak.
* Dr., SETA Ekonomi Araştırmaları Direktörü