Tarihi günler yaşıyoruz. 10 Ağustos 2014 Türkiye'nin siyasi tarihine bir dönüm noktası olarak geçecek. İlk defa doğrudan halk oylamasıyla bir cumhurbaşkanı seçilecek ve Türkiye siyasi hayatının son on yılına damgasını vuran Recep Tayyip Erdoğan, büyük ihtimalle ilk turda rahatlıkla ipi göğüsleyip yeni bir siyasi modelin kapısını aralayacak. Erdoğan gibi tabir caizse siyasette "çekirdekten yetişmiş" ve Türkiye toplumunun kılcallarına nüfuz etmiş bir siyasetçinin şimdiye kadar sembolik bir temsil makamı olarak kodlanan cumhurbaşkanlığı görevini üstlenmesi, ister istemez bu makamın siyasal ağırlığını ve politika yönlendirme gücünü arttıracak. Fransa'da parlamenter sistemin Charles De Gaulle'ün karizması ve siyasal ağırlığı ışığında yarı- başkanlık sistemine evrilmesine benzer biçimde Türkiye'deki parlamenter sistemin süreç içinde Erdoğan'ın siyasal ağırlığına bağlı olarak yarı-başkanlık ya da başkanlık sistemine evrilmesi kaçınılmaz olarak gözlemlenecek. Erdoğan cumhurbaşkanlığının mevcut siyasi yönetişim modeli üzerinde tetikleyeceği de facto (uygulamada) değişimin önümüzdeki yıllarda anayasa değişiklikleri (referandumları) yoluyla de jure (hukuki) hale gelip kurumsallaşması da öngörülen bir gelişme.
Buraya kadar özetlediğimiz muhtemel siyasi model değişiminin, sivil siyasetin doğal akışının oluşturduğu bir vakıa olarak değil de, bir "otoriterleşme eğilimi" ile peşinen ilişkilendirilmesi Erdoğan karşıtı ve ikircikli bir ideolojik pozisyonu yansıtıyor. Zira Cumhuriyet tarihinde bu tür sistem değişimleri sivil olmayan aktörler tarafından cebren empoze edilirken, ilk kez sivil siyaset devlet mekanizmasını doğrudan dönüştürme iradesini açıkça ve sistematik olarak ortaya koyuyor. Hakkaniyetli olmak gerekirse son on iki senede toplum iradesini yönetime doğrudan yansıtan, demokratik meşruiyet temelinde hızlı karar alıp uygulayan, kalkınma politikalarında ve dış politikada performans arttıran ve Türkiye'yi "yükselen güç" formatında yeni bir yönetim modeline dönüştüren siyasi lider ancak takdir edilebilir.
10 Ağustos sonrası AK Parti içindeki geçiş süreci atlatıldıktan sonra ortaya çıkacak yeni siyasal modelin icracı cumhurbaşkanı- başbakan-hükümet sacayaklarına oturan farklı bir model olacağını biliyoruz. Bu yeni siyasal modelin -başbakan kim olursa olsun- ekonomi yönetiminin ve makroekonomik politikaların niteliği üzerinde ciddi yansımaları olacağını öngörmek ise uzmanlık gerektirmiyor.
İlk olarak, AK Parti hükümetleri tarafından siyasal istikrarın teminatı olarak görülüp büyük önem verilen makroekonomik istikrarın sağlanabilmesi amacıyla başbakanlık etrafında bir dantela gibi örülen kurumsal mimarinin siyasal ağırlık merkezi cumhurbaşkanlığına doğru kayacak. Başbakanlığa karşı mevcut yasal sorumlulukları yanında, ekonominin farklı alanlarında sorumlulukları bulunan siyasal ve bürokratik aktörler politika oluşturma ve uygulama süreçlerini Erdoğan'ın ekonomik yönetişim ve kalkınma vizyonu ile uyumlu tutma gereğini hissedecekler. Geçiş döneminde cumhurbaşkanlığı etrafında oluşturulacak geniş bir danışmanlar heyetinin -ABD Başkanı'nın ekonomi danışmanlarına benzer şekilde- koordinasyon görevlerinde daha aktif rol almaları da beklenebilir.
Diğer taraftan, Erdoğan ve temsil ettiği siyasi hareketin siyasal, sosyal ve ekonomik alanlarda "inşa dönemi" olarak gördüğü yeni dönemde daha cesur, orijinal ve kapsamlı politika hamleleri sergilemesi muhtemel. Ekonomi alanında "inşa"; son on yılda özenle kurulan makroekonomik ve finansal istikrar üzerinde eğitim, sağlık, adalet, ulaşım, iletişim, güvenlik gibi konulardaki temel altyapı yatırımlarının "kalite" ve "kurumsallaşma" odaklı yeni bir evreye geçmesini içeriyor. Zira kişi başına düşen milli gelirin ve ortalama yaşam standartlarının artırılması, fakirliğin azaltılması gibi makro alanlarda mesafe alındıktan sonra ileri hukuk devletine ve bilgi toplumuna geçişi hızlandıracak daha mikro ölçekli, hedeflenmiş ve insan odaklı kalkınma politikalarına ihtiyaç hissedilmekte. Ayrıca makroekonomik istikrarın korunması noktasında Gezi ve 17 Aralık süreçlerinin ekonomik yönetişim mimarisi üzerinde oluşturduğu travmanın artık atlatılması gerekiyor. Küresel ekonomik kriz başta olmak üzere birçok dış sarsıntıyı başarıyla atlattı ekonomi yönetimi. Son bir yıllık süreçte ise cari açık, dış borçlar, faizler ve enflasyon gibi parametreler üzerinden küresel imajı yıpratılmaya çalışılan Türkiye ekonomisinin soğukkanlı ve etkili yönetimi noktasında bir tazelenme ihtiyacı göze çarpıyor.
Yeni dönemde politika koordinasyon kusurlarını minimuma indiren; hızlı karar alma ve uygulamayı önceleyen; insani kalkınma ve reel ekonomiye yönelik adımlara ağırlık veren; teknoloji transferi, inovasyon ve AR-GE vurgusunu artıran bir ekonomi vizyonu beklenebilir. Elbette hükümet oluşumunda ilgili siyasi aktör tercihleri de bu yönetim vizyonu çerçevesinde şekillenecek. Ayrıca AB ekonomilerinden gelen olumsuz sinyaller ve başta Irak olmak üzere çevre ülkelerde daralan ihracat talebi, yeni ihracat pazarları bulunması için devlet-özel sektör koordinasyonunda daha agresif bir dış ekonomik politikayı ve bu arada AB ile Gümrük Birliği Anlaşması'nın radikal biçimde gözden geçirilmesini gerektirecek. Küresel likidite daralması ihtimali de düşünüldüğünde, doğrudan dış kaynak akışlarına dayalı finans, inşaat ve hizmet sektörlerinin imalat, tarım, dünya standartlarında yükseköğretim ve bilgi teknolojileri ile dengeleneceği bir "yeni ekonomik düzen"in temellerini atmak için gün bugündür.