Türkiye, neredeyse çok partili siyasi hayata geçiş yaptığı günden itibaren muhalefeti ve muhalefetin açmazlarını konuşuyor. Sorun, kronikleşmiş durumda; ana muhalefet partisi CHP, zamanın ruhunu yakalamaktan ve iktidara alternatif olmaktan veya alternatif siyaset üretmekten gittikçe uzaklaşıyor. Bizler de bıkmadan usanmadan CHP'yi tartışıyoruz. Dönem dönem tartışmanın parametreleri değişiyor. Bazen "Orta'nın Solu" veya "Anadolu Solu" bazen de "Yeni CHP" gibi farklı ideolojik ve sosyolojik içerikler tartışmanın kapsamını belirliyor. Tartışmalar, çoğunlukla sahici bir zemine oturuyor. Zemin, demokrasinin olmazsa olmazı ve devleti yönetmeye talip olan muhalefetin hangi politik diskur etrafında politika üretmesi gerektiği.
İsmet İnönü, Bülent Ecevit ve Deniz Baykal uzun süre CHP genel başkanlık koltuğunda oturdu ve aynı arayışın izinden gitti. 2010 yılının Mayısından beri koltukta Kemal Kılıçdaroğlu oturuyor. CHP'nin genel başkanlık koltuğuna oturan her siyasetçi gibi o da aynı gerilimli durumdan şikayetçi; yüzyıllık parti, neden iktidara alternatif olamıyor?
Yenilenme Hangi Parametreler Doğrultusunda Olmalı?
Burada asıl sorulması gereken soru şudur: CHP'nin yenilenmesi hangi parametreler doğrultusunda olacak veya olmalı? CHP, 1950 yılından beri içinde bulunduğu fetret dönemini kapatabilir mi, buna imkân var mı? Son dönemde ortaya konan yeni tarz muhalefet ile Kılıçdaroğlu, fetret dönemini sonlandırarak toplumda yeni bir umut dalgası oluşturabilir mi? 2023 yılında yapılacak seçimlerde rüzgârın yönü, muhalefete doğru dönebilir mi? Türkiye'deki mevcut iktidar-muhalefet dengesi değişebilir mi?
Şu hatırlatmayı da yapmış olalım; CHP'nin değişmesi, Türk toplumunun sosyolojisi ile buluşması ve halka rağmen politika yapmaması gerektiği konusunda herkes hemfikir. Genel başkanlık dahil olmak üzere partinin farklı kademelerinde yöneticilik yapmış olan herkes aynı şeyi düşünüyor. Bu değişim iradesinin farkında olan Kılıçdaroğlu, dönem dönem değişime kapı araladı ama başarılı olduğunu söylemek oldukça zor. Peki, değişimin ve dönüşümün yönü nereye doğru olacak? Yeni CHP, hangi parametreler çerçevesinde inşa edilmeli? Son dönemde öfkeyle yoğrulan muhalefetin siyasal dili CHP'yi güvenli limana ulaştırabilir mi?
Bu sorulara cevap vermeye temelden başlayalım. Yüzde 25 bandına sıkışmış herhangi bir partinin öncelikle yapması gereken, "CHP'lileşmek temayülü"nden uzaklaşıp toplumun tüm kesimlerine kucak açmak ve onların değerleri ile buluşmak ve uzlaşmak olmalıdır. Siyasette kalıcı olmanın ve kalıcı politikalar üretmenin yolu buradan geçmektedir. Bir kitle partisine dönüşmenin yöntemi, dışlamayan, ötekileştirmeyen bir siyaset tarzından geçmektedir. Bunun için ihtiyaç duyulan şey "Ortaçağ karanlığı" vb. söylemler değildir.
Kılıçdaroğlu'nun Siyasi Ufku…
Kılıçdaroğlu CHP'si için bunu söylemek pek mümkün gözükmüyor. Kılıçdaroğlu'nun açıklama ve icraatları, onun çıpasını attığı yerin bu toplumun sosyolojisi olmadığı ve bu toplumun çoğunluğunun beklentileri ile uyuşmadığı gerçeğini dışa vurmaktadır. Kılıçdaroğlu'nun politika üretiminden anladığı şey, siyasal ufku dar ve perspektifi zayıf bir liderliğin sonucu olarak, AK Parti'ye yakın olan ve ona oy veren kimseleri düşmanlaştırmak ve AK Parti iktidarı ile sorunu olanları CHP'ye transfer etmekten ibarettir. Bu bağlamda Kılıçdaroğlu, Erdoğan ve AK Parti'ye alternatif bir siyaset tasarımı inşa etmekten öte kolay olanı tercih ederek Erdoğan düşmanlığının ilk adresi olmayı zorlamaktadır. "AYM kararlarını uygulamayan bürokratlar talimatı kimden aldılarsa, aynı şeyi yapmasınlar. Yaptıkları takdirde onları devletin bürokrasisi içinde tutmayacağım açık ve net söylüyorum", "Açıkça söylüyorum. Haksız yere içeride tutulan Demirtaş ve Kavala var. Benim vicdanım kabul etmiyor" veya "KHK ile görevden alınan herkesi görevine iade edeceğim" gibi açıklamalar, alternatif bir siyasi iradeden yoksunluğun göstergesi olmaktan öteye gitmez. Bununla beraber muhalif görünmenin dayanılmaz hafifliği ile hakimleri, savcıları, öğretmenleri, akademisyenleri, bürokratları ve muhtarları tehdit eden dil ile siyasi denklem Kılıçdaroğlu'nun lehine değişmez. Toplumun yıkıcı, dışlayıcı, ötekileştirici mesajlara değil de pozitif tutum ve davranışlara ihtiyacı vardır.
Uzun yıllardır içinde bulunduğu siyasi fetret ve bunun sonucunda yaşanan ideolojik ve sosyolojik savrulma, CHP'nin rotasını kaybetmesine neden olmuş gözükmektedir. Eskiden CHP çatısı altında siyaset yapan, şimdilerde ise kendi partisini kuran Muharrem İnce'nin partiden ayrılırken sarf etmiş olduğu sözler, sözünü ettiğimiz rota kaybının itirafından başka bir şey değildi: "Bugün bir yol ayrımında olduğumu biliyorum. 42 yıl içinde her kademede görev yaptım. Hala Atatürkçüyüm, kurucu değerlere sımsıkı bağlıyım. Partiyi yönetenler partinin evlatlarına iftira atarken, ömrüm CHP zihniyetiyle mücadele etmekle geçti diyenlerle kol kola girmişler. Ortada ilke, değer, duruş, liyakat yoktur. Atatürk'ün emaneti kalmamıştır, ortada sadece bir tabela vardır. ABD'den demokrasi dilenenlerle yolumu ayırıyorum. Atatürk'e kefere diyenleri yönetici yapanlarla yolumu ayırıyorum. Mustafa Kemal deyip Mustafa Kemal Atatürk diyemeyenlerle yolumu ayırıyorum. Ben askeri değilim yoldaşıyım diyenlerle yolumu ayırıyorum. Grup başkanvekilliği seçimini bile kaldırıp yerine atamayı getiren bu yönetimle yolumu ayırıyorum. CHP aday yapmayınca başka partiden aday olup bugün CHP'yi yönetenlerle yolumu ayırıyorum. FETÖ'cüleri, Sorosçuları koruyanlarla yolumu ayırıyorum."
İnce bu sözlerle bize ne anlatmıştı? Elbette şunu: CHP'nin siyasi rotasını, CHP'nin varoluşunu sağlayan kurucu değerler veya Atatürkçü ilkeler belirlememektedir. Rota; FETÖ'cüler, Sorosçular, KHK'lılar, Atatürk ile kavgalı kesimler ve ABD'den demokrasi dilenenler tarafından belirlenmektedir. Bu durum, emperyalizm ile mücadele ederek var olan bir devletin kurucu unsurları arasında yer alan partinin emperyalizmin gölgesi altına sığındığının da itirafıdır aslında. Bu gerçeklik, Kılıçdaroğlu'nun ittifakı korumasının ve kendisine olan toplumsal desteği artırmasının uzun vadede mümkün olmadığını ortaya koymaktadır. Yeni bir siyaset tasarlayamayan, matematiksel ittifaklarla ve politik mühendisliklerle varlığını sürdürmeye ve kendini dominant bir faktöre dönüştürmeye çalışan Kılıçdaroğlu, yeni bir muhalefet modelini denemeye başlamış, yeni bir tarzda muhalefet yapmaya çalışmaktadır.
Kılıçdaroğlu Tarzı Muhalefet Modelinin Açmazları
Kılıçdaroğlu'nun danışmaları arasında yer alan siyasal iletişim uzmanı İbrahim Uslu, "yeni muhalefet modeli" hakkında şöyle diyor: "Kılıçdaroğlu artık sadece kenarda durup, basın üzerinden iktidarı ve kurumları eleştiren siyaset takip etmenin ötesine geçti. Olayın parçası haline geliyor, müdahil oluyor. Kurumlarla, halkla diyalog kuruyor. Merkez Bankası'yla konuştu, TOBB'la konuştu ama TÜİK'le konuşması engellendi… Bugün bu ülkede iktidar bir ana muhalefet partisinin bir kuruma girişini engelliyorsa, halka ne yapmaz. Halk, iktidarın kendisine de kapıları kapatabileceğini açıkça gördü."
Acaba hikâye, Kılıçdaroğlu'nun danışmanı Uslu'nun anlattığı gibi mi? Kılıçdaroğlu, toplumla sahici bir diyalog kurabiliyor mu? Kılıçdaroğlu'nun baskınları, onu siyasetin öznesi konumuna yükseltmeye yeterli mi? Kavga, baskın veya öfke üzerinden yeni bir muhalefet modeli inşa etmek ne kadar sağlıklı bir tutum?
Siyaset dediğimiz gerçeklik, toplumdan gelen arzu, istek ve beklentilerin siyasi kararların alındığı merkezlere iletilmesini sağlama işlevine sahiptir. Kılıçdaroğlu son dönemde özellikle küresel salgının ortaya çıkarmış olduğu ekonomik türbülans, işsizlik, hayat pahalılığı veya enflasyon gibi toplumsal sorunlar üzerinden söylem ve daha çok polemik üretmeye çalışmaktadır. Yer yer popülist argümanlarla sosyolojik ve siyasal sınırları zorlamaktadır.
Toplumsal sorunların üzerine çöken veya posta koyan popülist davranışlar, bir insanı siyasetin öznesi konumuna yükseltmez; bilakis alçaltır ve politik alanda yeni bir siyasi terkibin oluşmasına engel oluşturur. Kılıçdaroğlu'nun tutum ve davranışlarını sosyal medya mecralarında güçlü gösteren bu hamleler, siyasi açıdan onu zayıflatmakta ve içe kapatmaktadır. Çünkü bu tarz-ı siyaset, toplumun belli bir kesimi düşmanlaştırmakta ve Kılıçdaroğlu'nu da popülizmin baştan çıkarıcılığına mahkûm etmektedir.
Ortaçağ Karanlığında Boğulanlar…
Toplumun çoğunluğuna ulaşma hedefi güden bu yeni muhalefet modelinin kendi içinde tutarsızlıklar içerdiğini de not edelim. Kendine oy vermeyen ve AK Parti'ye yakın olan muhtarların, bürokratların, öğretmenlerin, hâkimlerin, savcıların veya AK Partili seçmenin tehdit edilmesi veya aşağılanması bu modelin tutarsızlığının göstergesidir. Yine son dönemde CHP Grup Başkanvekili Özgür Özel'in Diyanet İşleri Başkanlığı'nın okul öncesi Kur'an kursları için "Ortaçağ zihniyeti" açıklaması, tutarsızlığı ve Kılıçdaroğlu'nun yapmış olduğu helalleşme çağrısının yüzeyselliği ve popülistliğini ifşa etmektedir.
Ayrıca şunu da eklemeliyiz; CHP'nin zihniyet tarihine ve dünyasına yapılacak kısa bir yolculuk din, İslâm, ezan, cami, Kur'an kursu, din eğitimi gibi konularda sergilenen (en hafif tabiriyle) hoyratlıkları ortaya çıkaracaktır. Bu tarihsel bagaj, bu kin ve nefret yüklü zihniyet, sürekli kendini güncelliyor ve fırsatını bulduğunda ortaya çıkıveriyor. Denebilir ki, Kılıçdaroğlu'nun CHP'nin hafızasını paranteze almadan yol olması pek mümkün görünmemektedir.
Burada bir anekdot ile konuyu kapatayım; 1942 yılında Ürdün Kralı Ankara'ya gelir ve İsmet İnönü ile beraber Ankara'nın farklı yerlerini ziyaret eder. Günlerden cumadır. İkili, Hacı Bayram civarında gezerken ezan okunmaya başlar. Kral Abdullah, İsmet İnönü'ye "Cami'ye girmiyor muyuz?" diye sorar. İnönü'nün cevap mahiyetinde sarf ettiği sözler, CHP'nin trajedisini gösterir niteliktedir: "Ben laik bir devletin cumhurbaşkanıyım, camiye girmem."
İşte cami ile, Kuran Kursu ile halkın arasına aşılmaz duvarlar ören CHP zihniyeti ve CHP'lileşme temayülü, erken Cumhuriyet döneminden beri Demokles'in kılıcı gibi hak ve özgürlüklerin üzerinde sallanmaya devam etmektedir. Popülist sloganlarla, sağa sola posta koymaya çalışmakla ve tutarsız politik açılımlarla sosyoloji Kılıçdaroğlu'na meyletmez. İdeolojik ve siyasi haritasını sağ ve muhafazakâr kitleye doğru tutarlı biçimde esnetmeyen bir partinin başarılı olma ihtimali oldukça azdır ve Türkiye'nin ufkunda yeri yoktur. Sonuç olarak, 2022 ve 2023 siyasetini Kılıçdaroğlu'nun yeni muhalefet tarzı değil, Erdoğan'ın vizyoner açılımları belirleyecektir.